Bu sayfamda Efsaneler, siirler ve bazi tarihi olaylara yer verdim
SiVASIN NERESiNDENSiN
Dur gardas Bir selam ver geç,dostuna
Yabanci degilsin, bizim eldensin
Endamin gururun bize benziyor
Yigidin harman oldugu yerdensin
SIVASLISIN gardas tanidim seni
Neredensin söyle gardas ilçeni?
Bilirim ben Sivasimdan göçeni
Gardas, sen Sivas’in neresindensin?
Demirim, çeligim sana emanet
Yigitlik var serde , etmezsin minnet
Çaliskan, hatirnaz, hem dost hem de mert
Gardas, Divrigi’nin neresindensin?
Gökpinar’in berrak suyundan misin?
Selçuklarin asil soyundan misin?
Yoksa üç beldenin birinden misin?
Gardas, sen Gürün’ün neresindensin?
Namin duyurmussun dünya alemde
Balikli çermigin tibbin dilinde
Garabas gür sesli, yayla yolunda
Gardas, sen Kangal’in neresindensin?
Kösedagi kanat gerer üstüne
Yigit gardas, mert davranin dostuna
Sahip çikan hemsehrine, nesline
Gardas, Susehri’nin neresindensin?
Kösedag yaylasinin zirvesinden mi?
Pötürge gölünün çevresinden mi?
Kizilirmagimin çehresinden mi?
Gardas, sen Zara’nin neresindensin?
Asil soylu, güzel huylu hemsehrim
Büyük gölden su içmise benziyon
Sivasima gönül verin yürekten
Gardas, sen Hafigin neresindensin?
Kelkit vadisinin güzel yerinden
Sessiz durup yükselirsin derinden
Kösedagin yigit bekçilerinden
Gardas, Koyulhisar’in neresindensin?
Gönül gözü ile dünyayi gören
Insanliga örnek olan, yön veren
Asik Veysel’imin dogdugu yerden
Gardas, Sarkisla’nin neresindensin?
Pir Sultan Abdal’in bagnazindan mi?
Acilarla dolu ayvazindan mi?
Kabayelinden mi, poyrazindan mi?
Gardas, Yildizeli’nin neresindensin?
Gür sesiyle yükseklerden haykiran
Sarilirsin Sivasina dogrudan
Issizlikten göçtün sen de yurdundan
Gardas, Imranli’nin neresindensin?
Hosgeldin hemsehrim, dost kervanina
Susehri, Zarayi aldin yanina
Gögsüm kabariyor güzel adina
Gardas, Akincilar’in neresindensin?
Yeni girdin, ilçe olup araya
El birlikte , seni de kattik halay’a
Sen de çikan Kösedag’a, Yaylaya
Gardas, Gölova’ nin neresindensin?
Içtiniz mi gardas, tecer suyundan?
Karabas koyunun Kangal soyundan
Merkezime yakin çevre köyümden
Gardas, sen Ulasin neresindensin?
Ata sporumu yasatan sensin
Kisbet giyip perdah atanim sensin
Can hemsehrimizsin, sen de bizdensin
Gardas, Dogansar’in neresindensin?
Uzunyayla siper olmus bagrina
Siirler yazilmis senin ugruna
Hosgelmissin sen de dost kervanina
Gardas, Altinyayla’nin neresindensin?
Baba vatanimsin, benim ilçemsin
Gönlümde taht kuran gülsün, çiçeksin
Seni sevenleri candan seversin?
Gardas, Gemeregin neresindensin?
Yigitler diyari aslan ilinden
Dostlarin soyundan, asik dilinden
Badelerle dolu pirler elinden
Gardas, sen Sivas’in neresindensin?
KIRMIZI GÜL DEMET DEMET
Kirmizi gül demet demet,
Sevda degil bir alamet,
Balam nenni, yavrum nenni
Gitti gelmez ol muhannet
Sol revanda balam kaldi,
Yavrum kaldi, balam nenni...
Nenni ya! Nenni ki nenni!. Yavrum nenni! Bir demet kirmizi gülle
gelen nenni!. Nasil oluyor derseniz, türkünün dilini açmak gerek...
Varip sormak gerek türküye : ''Ey türkü nedir bu demet demet kirmizi gül ve de
nenni!. Yavrum nenni... Balam, nenni''. Bu demet demet gül hem de kirmizisindan,
sevgiliye duygu mu tasiyor? Neden kirmizi gül de kir papatyalari degil? Söyle
sarili beyazli, düz sarili, öküz gözü gibi, kirdan toplanmis papatyalar degil de,
demet demet kirmizi gül? Onlarin sevgi dili yok mu?. Onlar duygu simgesi gül
kat... Ama bir tek!. Benim tek gülümsün, gönlümdeki yerin kir çiçekleri kadar
engin, kir çiçekleri kadar zengin ve dogal, demis olmazmisin? Ama senden iyisini
bilecek degiliz ya!. Kirmizi gülü
seçmissin sen. Hem de demet demet...
Ha bir de 'balam' meselesi var! Yavrum diyorsun... 'Nenni' diyorsun 'Gitti gelmez'
diyorsun. Yoksa bir ananin balasina, yavrusuna çagrisi mi bu? Sol Revan'da kalan
balasi üstüne mi söylenmis?. REVAN, bugünkü adiyla ERIVAN, yani günümüzde
Ermenistan'in baskenti... Türkümüze konu olan olayin geçtigi zaman ise, büyük
olasilikla 17. yüzyil sonrasi... Neden derseniz, REVAN Osmanlinin önemli bir
ticaret merkezi o zamanlar. Ama bir ara elden çikmis, Safeviler isgal etmis. Yil
1635. Dördüncü Murat ikiyüzellibin kisilik bir orduyla REVAN seferini düzenlemis.
Sekiz ay, yirmi dokuz günlük kusatma sonunda, REVAN yeniden Osmanli
topraklarina katilmis. Eskisi gibi kervanlar gider gelir olmus. Mal götürüp, mal
getirmisler... Memet de gidip gelen kervancilardan birisi... Anasinin da tek
'balasi'... Tek oglu!. Erzurum yöresinde üç bes dönümlük tarlalarini ekip
dikiyorlar... Yetistirdikleri ürünü de kervana katip, REVAN'da satiyor Memet...
Memet de Memet hani... Karayagiz bir delikanli... Tasi tutsa, suyunu çikaracak
kadar güçlü. Bir de aliskanligi var Memet'in. Her aksam tarla dönüsü, bahçelerden
derledigi demet demet gülleri getiriyor anasina.. Anayla ogul arasinda bir simge
gibi kirmizi gül demeti... Sevgi saygi simgesi. Gülleri evinin duvarina asip
kurutuyor ana... Onlara baktikça oglunu görür gibi oluyor... Hele Memet
kervandaysa. Gözü gönlü kirmizi gülün kurumus, gazellesmis demetinde ananin.
Rüyalari hep Memet üstüne... REVAN yollarini düslüyor hep. Kimi zaman kara
saplanmis görüyor kervani. Kanter içinde uyaniyor. hayra yormaya çalisiyor. Kimi
geceler de toza dumana katilmis kervanin, atinin eseginin devesinin bir toz bulutu
içinde kaybolusunu düslüyor. Bir hortum, yutuyor kervani. Koca kervan döne
döne göge çekiliyor. Geride ne bir at, ne de bir deve, ne de insan kaliyor. Memet'i
ariyor gözleri. Kara yagiz, kaytan biyik Memet, ellerini uzatiyor anasina. 'Tut
ellerimi' diyor. Ama ne gezer. Anasinin elleri boslukta kaliyor. Sözün kisasi günü
gelip de kervan REVAN'dan dönene kadar bu böyle sürüp gidiyor. Kervanin
dönüsünü dört gözle bekliyor
Bazen kisin yola saldigi oglu yazin dönüyor .Bazen de tersi oluyor . Kervanin
dönüsü, bayram gibi! Kimi kocasini, kimi yavuklusunu karsiliyor. Kimi analar da
oglunu. Sarilip, aglayanlar, sevinç gözyasi dökenler. Yemen seferinden döner gibi.
Gerçi savas dönüsü degil ama; hastaligi sagligi var... Kari var, ayazi var!. Bir de
salgin hastalik söylentisi yayilmis. Veba hastaligi kirip geçiriyor ortaligi. Ilkin bir
ates sariyor bünyeyi. Kusma, iltihap, bas dönmesi. En sonunda da sayiklama.
Artik kurtulusu yok. Sayiklaya sayiklaya götürüyor insani. En erken üç gün. En geç
yedi gün içinde basliyor sayiklama... Kurdugu tüm dünya yok oluyor bir anda
insanin. Sevgiliye özlem, alinan armaganlar. Söylenecek güzel sözler. ''Sensiz
olamam. Sen benim her seyimsin. Güne seninle basliyorum. Seninle bitiyor
gecem. Zaman yitirmemek gerek demistin. Oysa günler su gibi geçti. Ne bir ses;
ne bir nefes. Düslerdeki yerin hariç. Oysa seninle her seye yeniden baslayacaktik.
Öyle demistik. ''Yasam o kadar kisa ki; hiç zaman yitirmek istemiyorum seninle
olmak için''. Bunlari sen söylemistin. Sicakligin avuçlarimdaydi. Kuytu bir sokak
arasi miydi?. Yoksa asiklar yoluna giriste miydi? Bir tek gözlerin kalmis
bellegimde. Bir de kuslarin bitmeyen sakimalari. Ne de güzel batmisti günes.
Alaca isigin, alaca karanliga dönüstügü an. Aksam günesinin, yavas yavas yok
olusu muydu güzel olan?. Yoksa alaca isigin, alaca mutluluga dönüstügü an miydi
en güzeli. Bahar mi kokuyordu saçlarin. Yoksa gerçekten bahar günleri miydi?
Iste böyle sevgili. Ben simdi senden uzak. Seni sayikliyorum. Ellerini tutabilsem
yeniden. Yüzüme dokunsa saç tellerin. Ama ne gezer!. Kuytulardan kaybolmayi
severim demistin. Aniden yok oluyorsun düslerimden. Ellerim bosta kaliyor. Hem
anamin hiçkirigi niye. Uzattigim ellerimi tutsa ya! Atesler içindeyim. Bildigim
türküleri mirildaniyorum; yoklugunuzda.
Gurbet elde bas yastiga gelende,
Gayet yaman olur isi garibin,
Gelen olmaz giden olmaz yanina,
Bir çalidir mezar tasi garibin.
Bir çalinin dibine gömüyorlar Memet'i. Söylenecek sözleri, sevgiliye, anasina
özlemiyle birlikte örtüyorlar üstünü. Kara toprak aliyor bagrina. Gençmis...
Sevenleri varmis... Anasi yavuklusu yol gözlüyormus. Ecel bu! Kimini sele, kimini
yele verir. Memet'i de Revan'da vebayla yakaliyor. Sayiklaya sayiklaya gidiyor
Memet. Kucak dolusu kirmizi güller elinde kaliyor. Sevgiliye özlemi de dilinde!.
Artik bir çalidir mezar tasi Memet'in!. Bir tek Memet degil vebaya teslim olan.
Kervanin çogu kiriliyor. Sahipsiz mezar oluyor Revan ' da. Kalanlar perisan.
Utangaç. Yasiyor olmaktan utaniyorlar sanki... Sanki ölenlerin sorumlusu
ölmeyenlermis gibi... Agir agir Erzurum'a giriyor kervan. Analar, bacilar, sevgililer,
ogullar, esler... Merakli gözlerle karsiliyor kervani. Aradigini bulan sarmas dolas.
Gözyaslari hiçkiriklara karisiyor. Aradigini bulamayanlar, ilk rastladigina soruyor.
''Oglum Memet'im nerede. Birlikte çiktiniz kervana. Nerede kaldi''. Sen sen ol da
gel yanitla. "Ilkin kusma basladi. Sonra da bir ates. En son sayiklama basladi. Tüm
sevdiklerini bir bir siraladi. Titreye titreye sayikladi. Yedi gün dayandi Memet.
Sonra... Sonra bir çalinin dibine gömdük onu''. Gel de söyle bunu. Söyleyebil!.
Hem de anasina... O ana deli olup daglara düsmez mi?. Avuçlarini göge açip ol
tabipten medet dilemez mi?. Kirmizi gülden merhemlik istemez mi?. Karayagizin
güzeli oglunu, canindan parçayi alip götüren ölüme, ilenmez mi? Ölümün hepsi
kötü. Ana, baba, anneanne, dede. Hepsi kötü. Dün var olan... Soluyan, nefes alan;
nefes veren. Bir anda yok artik. Yerinde yeller esiyor. Sekli semali, son sözleri,
yavas yavas yok oluyor. Belleklerden siliniyor. Yasli ölümü neyse ne! ''Öldü de
kurtuldu" diyor insan. Ya gencecik ölümler. Muradi gözünde gidenler. Anadir,
aliyor veriyor. veriyor aliyor. Oluru yok. Diline kirmizi gülleri doluyor. Ol tabipten
medet diliyor. Olmuyor. Ver elini dag yollari. Dilinde türküsü. Gönlünde oglunun
hayali. Deli olup daglara düsüyor. O'nu son görenler elinde bir demet kirmizi gül,
dilinde ''Kirmizi gül demet demet. Sevda degil bir alamet Sol Revan'da balam
kaldi. Yavrum kaldi''... diye diye haykirdigini söylediler.
Kirmizi gül demet demet
Sevda degil, bir alamet
Balam nenni, yavrum nenni,
Gitti gelmez ol muhannet,
Sol Revan'da balam kaldi,
Yavrum kaldi,
Balam nenni,
Kirmizi gül her dem olmaz,
Yaralara merhem olmaz
Balam nenni,
Yavrum nenni,
Ol tabipten derman gelmez
Sol Revan ' da balam kaldi,
Yavrum kaldi,
Balam nenni.
Kirmizi gülün hazani,
Agaçlar döker gazali,
Karayagizin güzeli
Sol Revan ' da balam kaldi,
Yavrum kaldi,
Sivas Ellerinde
Kul Olayim Kalem Tutan Ellere
Vaktiyle, Hafik ilçesinin Sofular köyünde Hizir adinda bir genç varmis.O zamanlar bu
köyün halki Alevi imis.Zamanla yoldan çikmislar.Onlarin bu durumunu begenmeyen Hizir,
köyden ayrilmaya karar vermis, çikmis yola.Ha surasi, ha burasi derken Banaz'a kadar
gelmis.Pir Sultan'in yanina azap durmus.Sonra da müridi olmus.Aradan seneler geçmis,
bir gün Hizir:
"Pirim, demis; Sen herkese himmet ediyorsun, herbiri çesitli makamlara geçiyor, ne olur,
bana da himmet et, büyük adam olayim, ben de bir makama geçeyim."
Pir Sultan söyle bir düsündükten sonra gülümsemis. "Ulan Hizir ben dua ederim, belki
sen de büyük adam olursun; Hatta pasa, vezir de olursun ama, sonunda gelip beni
astirirsin."
Yine de duasini eksik etmemis.Hizir Istanbul'a gidip saraya girmis.Aga, Kapicibasi, Pasa,
Beylerbeyi derken vezir olup Sivas valiligine atanmis.Pirini unutmamis, haber gönderip
huzuruna getirtmis.Hürmet, izzet, ikram derken bir hayli de sohbet etmisler.Yemekte
mükellef bir sofra donanmis.Pir Sultan yiyeceklere söyle bir bakip hemen geriye
çekilmis.Pasa sasirmis.
"Birsey mi oldu pirim?". Pir Sultan, "Hizir, demis; Bu yemeklerde zina kokuyor.Içinde
yetim hakki var, sen bunlari haram para ile yaptirmissin." Hizir Pasa "Yok pirim" dediyse
de dinletememis.Ama bir hayli de içerlemis.Pir Sultan biraz daha ileri gidip, "Bunlari ben
degil, köpeklerim bile yemez.Istersen çagirayim da gör" demis.Hemen ünlemis, köpekler
aninda gelmisler.Bir tepsiye haram yemek, bir tepsiye helal yemek konmus.Önce haram
yemekler getirilmis.Köpekler söyle bir koklayip geri geri çekilmisler. Arkasindan helal
yemeklerle dolu tepsi gelmis.Köpekler onu da kokladiktan sonra, kuyruklarini sallaya
sallaya yemeye baslamislar.Bu hakarete çok kizan Hizir Pasa, hirsini yenemeyip pirini
Toprakkale'ye hapsettirmis.
Eh... Ne de olsa piri.Hirsi geçince bir bahane ile affetmek istemis.Zindandan çikartip
demis ki:
"Bana içinde Sah'in adi geçmeyen üç deyis söylersen seni affedecegim.Yok,
söylemezsen kendin bilirsin" Pir Sultan "Peki öyleyse" deyip tezeneye söyle bir
dokunmus ve,
"Açilin Kapilar Sah'a Gidelim",
"Kul Olayim Kalem Tutan Ellere" ve
"Karsida Görünen Ne Güzel Yayla" adli degisleri okumus.
(Tüm degislerde Sah'in adi defalarca geçiyor)
Pirini affetmeye hazirlanirken, onun hemen her firsatta Sah'i anmasi Hizir Pasa'yi çileden
çikarmis.Ne söyledigini, ne yaptigini bilemez hale gelmis.Yanindakilere emretmis:
"Asin bunu".
PiR SULTAN
Pîr Sultan Abdal'in yasami üzerine, yazili kaynaklarda pek bilgi yoktur. Dogum ölüm
yillari bile bilinmiyor. Yasami üzerine bilgiler, genellikle, kendi siirlerinden, halk
söylentilerinden, kusaktan kusaga anlatilagelen menkibelerden, bir de yakinlarinin ya da
baska ozanlarin onu anlatan siirlerinden çikarilir.
Gene de bu yollardan epeyce bilgi edinilmistir, çünkü Pîr Sultan, baglandigi tarikatin din
anlayisini, dünya görüsünü yansitmakta ya da derinlestirmek için soyut siirler yazan bir
sanatçi degildir, dogrudan dogruya basindan geçenleri, kavgasini, özlemlerini, katlandigi
acilari, yasaminin türlü yönlerini yansitan somut siirler yazmistir.
Siirlerden, halk söylentilerinden çikarilan bilgilere göre, Pîr Sultan Sivas'in Yildizeli
ilçesinin Çirçir Bucagina bagli Banaz köyünde dogmustur. Yildizdagi eteklerinde, Çirçir'a
kirk sekiz kilometre uzaklikta, denizden bin yedi yüz metre yüksekte, çogu tek katli
kerpiç evleri, soguktan korunmak için yari yariyariya topraga gömülü bir köy...
Banaz'da bugün de Pîr Sultan'in oldugu söylenen bir ev, önünde sairin yasadigi
dönemden kaldigina inanilan bir sögüt agaci, agacin altinda, asâsinin ucuna takip
Horasan'dan getirildigine inanilan bir degirmen tasi vardir. Pîr Sultan yaz aylarinin güzel
havalarinda bu tasin üstüne oturup karisiyla sohbet edermis. Köylüler bu evi, agaci, tasi
kutsal sayarlar.
Kizinin yaktigi agitta uzun boyluluguna, biçimliligine deginilen sairin asil adi, siirlerinde
belirttigine göre, Haydar'dir. Bir yerde soyunun Yemen'li oldugunu, bir yerde
Peygamber'in öz torunu oldugunu söyler, bir yerde de Imam Zeynel-Âbidin'den "Zeynel
dedem" diye söz eder. Uzmanlara göre, Pîr Sultan'in bu sözleri söylemesinin nedeni halk
üzerindeki etkisini arttirmak içindir. Muhammed peygamber soyundan geldiklerini,
"seyyid"liklerini ileri sürmek tarikat ululari arasinda bir gelenektir. Genel kani, sairin
Iran'in dogusundaki Türk yurdu Horasan'dan, önce Iran Azerbeycani'ndaki Hoy
kasabasina, oradan da Anadolu'ya göçüp Sivas'a yerlesen bir Türkmen soyundan geldigi
yolundadir.
Çocuklugu çobanlikla geçen Pîr Sultan'in okuma yazma bildigi anlasiliyor, ama bilgin bir
kisi oldugu söylenemez. Tekke egitimi çerçevesinde kalmistir. Halifeler tarihini,
peygamber menkibelerini, evliya menkibelerini, tarikat kurallarini, Yunus Emre'yi,
Hatâyî'yi bilir. Bunlar disinda, çaginin bilimleriyle ilgilenmedigi gibi, divan edebiyati ile de
ilgilenmemistir. Siirlerinde Yunan mitolojisinin, Iran mitolojisinin izleri pek yoktur. Ayrica,
genel olarak bütün tarikatlarin kaynaklandigi Tasavvuf felsefesinin yüksek konularina da
girmez.
Söylentiye göre, Pîr Sultan'in üç oglu, bir kizi varmis. ogullarindan Seyyit Ali Banaz
köyünün üst yanindaki çam korusunda,Pîr Muhammed Tokat'in Daduk Köyünde, Er Gaib
de Dersim'de gömülüymüsler. Adi Sanem olan kizinin Pîr Sultan asildigi zaman söyledigi
agit çok ünlüdür. Bazi uzmanlar bu agiti Sanem'in agzindan bir tarikat ozaninin yazmis
olabilecegini belirtirler. Pîr Muhammmed ise babasi gibi sairdir. Delikanli iken attan
düserek öldügü, Pîr Sultan'in "Allah verdigini almaz dediler / Bana verdigini aldi
n'eyleyim" derken bu olaya degindigi söylenir. Siirlerinden uzun yasadigi, çok çocugu
bulundugu açikça anlasilan sairin, sagliginda iki ogul acisi görmüs oldugunu ileri sürenler
de vardir.
Pîr Sultan Alevî-Bektasî tarikatindandir. Tarikata girme arkadasi, yani musaibi, Ali
Baba'dir. Baglandigi tekkenin pîri ise, Ahmet Yesevî'nin Anadolu'ya gönderdigi
dervislerden Koyun Babanin tekkesinde, Bektasîligin kurucusu Haci Bektas Veli'nin
tekkesinde posta oturmus, yani en üst makamlara getirilmis Seyh Hasan'dir.
Pîr Sultan, baglandigi tarikatça yalniz dinsel önder degil, devlet baskani olarak da
görülen Iran Sahlari adina, Anadolu halkini Osmanlilar'a karsi kiskirttigi,ayaklanmaya
çagirdigi, belki de bir aayaklanmaya öncülük ettigi için, Sivas Valisi Hizir Pasa'nin emriyle
tutuklanmis, yolundan dönmeyecegi anlasilinca da asilmistir.
Söylentiye göre, asildigi yer Sivas'da eskiden Keçibulan adini tasiyan, sonra uzun süre
Daragaci diye anilan, simdi ise Kepçeli denilen yerdir. Bugün Sanayi Çarsisi'nin karsisinda
Mal Pazari olarak kullanilan bu alanin Gazhane bitisiginde, sira sögütlerin bitiminde
bulunan, boyu bes metre, eni bir metreden fazla, bakimsiz toprak yigini onun mezaridir.
Üstündeki moloz taslar, asilmasi sirasinda Hizir Pasa'nin emriyle halkin attigi taslardir.
Mezarinin, bir menkibeye göre Erdebil'de, Bektasî gelenegine göre de Merzifon'da
oldugu söylenir. Daha baska söylentiler de vardir, ama gerçege en yakin görünen
söylenti asildigi yere gömüldügü, yakinlarinin, tarikat erlerinin, hükümet baskisi
yüzünden ölüsünü alip köyüne bile götüremedikleridir.
Siirlerinden, halk söylentilerinden çikarilan bu daginik bilgileri degerlendirebilmek için,
önce, Pîr Sultan'in ne zaman yasadigini saptamak gerekir.
NE ZAMAN YASADIGI
Uzmanlar "Yürüyüs eyledi Urum üstüne" diye baslayan siirindeki sözlerine bakarak, Pîr
Sultan Abdal'in Sah Tahmasb zamaninda yasadigini söylüyorlar. Bu siirinde söyle sözler
var:
Aslini sorarsan Sah'in ogludur
Koca Haydar Sah-i cihan torunu
Ali nesli güzel imam geliyor
"Koca Haydar Sah-i cihan" diye anilan, Sah Ismail'in babasi Seyh Haydar'dir. "Sah" diye
anilan ise, Akkoyunlu Devleti'ni yikip Safevîogullari Devleti'ni kurarak Sîî mezhebi
baskanligi ile devlet baskanligini birlestiren, Sah Ismail'in kendisidir. Seyh Haydar'in
torunu, Sah Ismail'in oglu da Sah Tahmasb'dir
Sah Tahmasb'in saltanat döneminin (1524-1578) büyük bir bölümü, Kanunî Sultan
Süleyman'in saltanat dönemine (1520-1566) rastlar. Bu iki hükümdar geçmisteki aci
olaylar yüzünden, uzun süre ülkeleri arasinda barisi saglayamamislar, Iranlilar ile
Osmanlilar, 1534'den 1554'e kadar, tam yirmi yili anlasmazliklar, çatismalar, savaslarla
geçirmislerdir. Kanunî Sultan Süleyman 1534'de yaptigi dogu seferinde, Iranlilar'in elinde
bulunan Bagdat'i Osmanli topraklarina katmis, Sah Tahmasb 1548'de Anadolu'ya girerek
Kemah'a kadar ilerlemis, 1552'de Ercis, Ahlat kalelerini geri almistir.
Pîr Sultan'in siirlerindeki olaylarin Sah Tahmasb dönemindeki olaylara uymasi, daha
sonraki Iran sahlarinin Anadolu üzerine "yürüyüs eylemis" olmalari, bazi uzmanlarin
kesin konusmalarina, sairin bu dönemde yasadigindan süphe edilemeyecegini
söylemelerine yol açar.
Oysa bu dönemde Sivas'da valilik etmis bir Hizir Pasa yok, ama 1552'de Köstendil,
1554'de Sam, 1560'da Bagdat beylerbeyliklerinde bulunmus bir Hizir Pasa var. Uzmanlar
1567'de ölen bu Hizir Pasa'nin, Bagdat'a giderken, Sivas'a ugrayip oradaki ayaklanmayi
bastirmis olabilecegini söylüyor. Bu görüs dogruysa, Pîr Sultan 1560'da asilmis demektir.
Pîr Sultan'in dili on altinci yüzyilin ikinci yarisinin dilidir, diyen bazi uzmanlar ise sairin
1560'da asilmis olabilecegini kabul etmiyorlar. Onlar halk söylentisini degerlendirerek
baska bir yoldan gidiyor, Sivas'da valilik etmis Hizir Pasa'yi ariyorlar.
Sofi Aziz Mahmut Hüdâyi Efendi'nin I. Ahmed'e yazdigi bir mektupta, Alevîler ile Seyh
Bedreddin'e bagli olanlari iyi taniyan, onlarla ugrasmasinin bilen bir Hizir Pasa'dan söz
ediliyor. Belgenin ilgili bulundugu dönemde ise iki Hizir Pasa yasamis. Birinin özellikleri
söyle:
Deli Hizir Pasa, Van Beylerbeyi (1582), Kars Beylerbeyi olarak Iran seferine katilma
(1587), Erzurum Beylerbeyi (1588), Sivas Valisi (1588), Diyarbakir Valisi (1589), gene
Sivas Valisi (1590), Tuna Muhafizi (1602), Budin Muhafizi (1605), ölümü (1607).
Deli diye anilmasi gözü pek, acimasiz bir kimse oldugunu gösteriyor. Ayrica Iran seferine
katilmis, yani Safevîlere karsi savasmis. Safevî yanlisi Alevîlere düsmanlik besleyebilir. Iki
kere Sivas'a vali gönderilmis, ikincisinde oldukça uzun kalmis. Alevîleri iyi tanidigi,
onlarla ugrasmasini bildigi anlasiliyor.
Pîr Sultan'i astiranin Sivas Valisi Deli Hizir Pasa oldugunu söyleyen uzmanlarin görüsü
dogruysa, sairin ölümü 1588'de, ya da 1590'dan sonradir.
Gene uzmanlara göre, Pîr Sultan 1534'de Bagdat'in Osmanlilar'a geçisi üzerine, Iran
Sahina,
Güzel Sah'im çok yerlerden görünür
Asli nedir niye verdin Bagdat'i
diye siir yazmistir. 1534 ile 1590 arasinda 56 yil var. Pîr Sultan bu siiri yazdiginda, diyelim
20 yasindaysa, 76 yasinda ölmüs olur.
Böyle uzun bir ömür sürdügü kabul edilirse, uzmanlar arasindaki görüs ayriliklari da sona
erebilir. Çünkü bu uzun ömre hem Pîr Sultan'in siirlerindeki olaylara uygun düsen Sah
Tahmasb dönemi, hem de Deli Hizir Pasa sigdirilabiliyor.
Gene de bazi durumlarin açiklanmasi kolay degil. Örnekse, Pîr Sultan'in siirlerinde bir
Alevî ayaklanmasindan söz ediliyor, oysa Deli Hizir Pasa döneminde Sivas'da böyle bir
ayaklanma olmamis.
Uzmanlar arasindaki görüs ayriliklarinin ötesinde, kesin olan sudur: Pîr Sultan abdal on
altinci yüzyilda Anadolu'da, Sivas yöresinde yasadi.
KITAPLAR
Pîr Sultan abdal üzerine ilk önemli çalismayi 1929'da Sadettin Nüzhet ERGUN yapmis,
105 siir yayimlayarak, sair üzerine bilgiler verilmistir: XVII Asir Saz Sairlerinden Pîr Sultan
Abdal.
Konuya ikinci önemli yaklasim Pertev Naili BORATAV ile Abdülbâki GÖLPINARLI'nin
birlikte hazirladiklari, 1943'de yayimlanan Pîr Sultan Abdal adli kitaplar olmustur.
Diger yayinlar:
Pîr Sultan Abdal,Abdülbâki Gölpinarli, Varlik Yayinevi
Pîr Sultan Abdal, Cevdet Kudret, Yeditepe Yayinevi
Pîr Sultan Abdal, Cahit Öztelli, Milliyet Yayinevi
Sabahattin Eyüboglu'nun, ölümünden önce hazirlayip bitiremeden biraktigi bir seçmeler
kitabi, dostlarinca tamamlanip Cem Yayinlari arasinda basildi.
SANATI
Halkin benimsedigi, destan kahramani durumuna getirdigi sairlerin alinyazisini Pîr Sultan
da paylasmistir. Uzmanlar yazmalarda gördükleri ya da agizdan agiza sürüp gelen Pîr
Sultan siirlerinden hangilerinin gerçekten onun oldugunu, hangilerinin onun adina
baskalarinca söylendigini ayirmakta güçlük çekiyor, çaresiz kaliyorlar. Görünüse
bakilirsa, halkimiz Pîr Sultan'in siirlerini çogaltma çabasini günümüzde bile sürdürüyor.
On altinci yüzyilda yazildigi bilinen bir yazmadaki, genellikle eski yazmalardaki Pîr Sultan
siirleriyle sonradan bulunanlar arasinda, gerek dil, gerek söyleyis yönünden büyük
ayriliklar oldugu gerçektir.
Bu durumu gözönünde tutan uzmanlar, Pîr Sultan'in sanati üzerine konusurken, özellikle
eski yazmalardaki siirlerinden, onun söyledigine kesin diye bakilan siirlerden yola
çikiyorlar. Görüsleri söyle özetlenebilir:
Pîr Sultan Halk edebiyati geleneklerinden hiç ayrilmamis, ölçü, uyak, biçim, dil, söyleyis
özellikleriyle, bir halk ozani görünümünü hep sürdürmüstür. Siirleriin genellikle hece
ölçüsünün 11'li (4+4+3 ve 6+5) ya da 8'li (4+4 ve 5+3) kaliplariyla yazmis, arada 7'li
kalibi da kullanmistir. Aruz ölçüsüyle siiri yoktur. Yalniz, gene heceyle yazdigi bir siirinde
gazel düzenini denemistir. Bunun disinda siirleri hep dörtlikler biçimindedir, kosma ya da
semaî biçiminde... Çogu zaman yarim uyak kullanmis, ses azligini rediflerle giderme
yoluna da sik sik basvurmustur.
Siirlerinden Pîr Sultan'in saza bagliligi açikça anlasiliyor. Iyi bir çalgi ustasi oldugu da
düsünülebilir.
Konularini yalnizca dinsel inançlardan, mezhep ya da tarikat inançlarindan almamis,
yasamin çesitli yönleri üzerine kesinlikle din disi siirler de söylemistir. Tarikat siirlerinde
ise, Ali, On Iki Imam gibi genel konularin yani sira, kendi kavgasini, yasadigi günlerdeki
çatismalari, ayrintilariyla yansitmis olmasi çok ilginçtir. Kurumsal konulara, örnekse
Tasavvufun derin sorunlarina girmemis, yasam karsisinda hep sonut, hep disa dönük
kalmistir. Inançlarinin,kavgasinin yilmak bilmez, sözünü sakinmaz bir propagandacisidir.
Onun siirlerini okurken Anadolu'nun toplumsal tarihi üzerine bilgiler ediniriz. devlet
düzenini bozuklugunu, mezhep ayriligindan dogan iç kavgalari, bu yüzden Alevîlere
yapilan zulümleri, kadilarin haram yedigini, müftülerin yalan yanlis fetva verdigini, Siilerin
karsilastigi güçlüklerin Sünnî halktan degil, Sünnî Osmanli Devleti'nden geldigini
ögreniriz. Alevî Türkmenlerin, yönetimi durmadan bozulan, dinsel hosgörüden uzaklasan
Osmanlilar'dan nasil kopup, Mehdî diye, kurtarici diye Iran Sahlarina sarildiklarini, siyasal
kaygilara nasil araç edildiklerini görürüz. Bu baglanisin altindaki çaresizlikleri, giderek bu
baglanisin yarattigi umut kirikliklarini sezeriz.
Pîr Sultan din disi konular islerken halk ozanlarinin kaliplasmis sözlerini kullandigi gibi,
zaman zaman bunlardan bütünüyle uzaklasmis köy yasamini tertemiz, katkisiz bir
gözlem gücüyle yansiyan siirler de söylemistir. Insan, hayvan, doga sevgisiyle örülmüs
siirler...
Kullandigi dil çaginin konusma dilidir. Yabanci sözcükler, din, mezhep, tasavvuf, tarikat
araciligiyla yasadigi günlerin konusma diline girdigi oranda onun siirlerine de girmistir
Kaynak: Mehmet Fuat
Aşık Veysel
Aşık Veysel, hayatini anlattigi bir siirinde "Üçyüz-onda gelmis idim cihana" diyor.
Yil 1894 oluyor kendi hesabina göre. Sivas'a bagli Sarkisla Ilçesi'nin Sivrialan
Köyü'nde dünyaya gelmis. Anasi Gülizar, bir yaz günü köylerinin bulundugu
civarda Ayipinar merasina koyun sagmaya gittiginde, oracikta bir yol üstünde
dogurmus Veysel'i. Göbegini de kendi eliyle kesmis. Yaman kadinmis Gülizar ana.
Bebesini bir çaputa sarip yürüye yürüye köye dönmüs. Babasi Ahmet, bebenin
adini Veysel koymus. Yillar geçmis aradan büyümüs, konusmus, yürümüs Veysel
çocuk. Böylece yedi yasina varmis. O yil bir çiçek hastaligi salgini olmus Sivas'ta.
Küçük Veysel de yakalanmis. Sol gözünde, çiçegin beyi çikmis kendi deyimiyle...
Göz akip gitmis. Sag gözüne de perde inmis, önceleri. Yalniz isigi seçebiliyormus,
bu gözüyle. Babasina "Çocugu Akdag Madeni'ne götür, orada bu gözünü açacak
bir doktor var" demisler. Sevinmis Ahmet Emmi. Gel gör ki, talihsizlik yine
yakasini birakmamis Veysel'in. Bir gün inek sagarken babasi yanina gelmis.
Veysel ansizin dönüverince, yakinda bulunan bir degnegin ucu öteki gözüne
girivermis. O göz de akip gitmis böylece. Veysel'in Ali adinda bir agabeyi ve Elif
adinda bir kiz kardesi varmis. Hepsi çok üzülmüsler Veysel'in kötü kaderine...
Aci üstüne aci: Babasi merakli adammis. Halk ozanlarindan siirler okuyup
ezberleterek avutmaya çalismis oglunu. Sivas'in köyleri saz sairleriyle dolu. Onlar
da ara sira gelip Ahmet Emmi'nin evine ugrarlarmis. Veysel ilgiyle dinlermis çalip
söylediklerini. Babasi, oglunun ilgisini görünce; bir saz alip vermis ona. Ilk saz
derslerini, babasinin arkadasi olan Çamsihli Ali Aga'dan almis. Ve gitgide, kendini
iyice saza vermis Veysel. Ünlü Halk ozanlarinin siirlerini çalip söylemis bir zaman.
Yirmibes yasindayken (1919) anasi, babasi Veysel'i Esma adinda bir kizla
evlendirmisler ve kisa süre sonra ikisi de göçüp gitmis bu dünyadan (1921). Aci
üstüne aci gelmis, ama bitmemis talihin kötü oyunu. Ikinci çocugu on günlükken,
anasinin memesi agzina tikanarak ölmüs, ardindan da karisi yanasmalariyla evden
kaçmis. Bu olay çok üzmüs Veysel'i. Daha dertli olmus ve iyice içine kapanmis.
Karisi koyup gittiginde bir kizi varmis Veysel'in. Daha bir yasini bile bitirmemis. Iki
yil kucaginda gezdirmis Veysel'i, ne çare o da yasamamis. Bu siralar Veysel'i
yeniden evlendirmisler. Bu karisi çocuk vermis Asiga. Biri ölmüs, iki oglan, dört
kiz, altisi sag. Onlar da 18 torun vermis Veysel'e.
Atatürk'e siir yazdi: Asik Veysel, Cumhuriyet'in Onuncu yil dönümüne rastlayan
1933 yilina kadar, baska ozanlarin siirlerini çalip söylemis. Kendi deyislerini
söylemekten utanir, çekinirmis. O yillarda sairlerimizden Ahmet Kutsi Tecer
tanimis Veysel'i. Onun isik tutuculuguyla Veysel'in siirleri aydinliga kavusmus.
Veysel, sairliginin gelismesinde Tecer'in büyük yardimlarini gördügünü söylermis
her zaman. Veysel'in gün isigina çikan ilk siiri Mustafa Kemal Pasa için söyledigi:
"Türkiye'nin ihyasi Hazreti Gazi" misrasiyla baslayan siiridir. Bundan sonra bütün
yazdiklarini çalip söyler olmustu. 1933 yilina kadar, köyünden disari hemen
hemen hiç çikmadigi halde; bundan sonra bütün yurdu dolasmis, yurdunun çesitli
sehirleriyle kasabalarini, köylerini yakindan tanimistir. Halk ozanlarindan en çok
Karacaoglan'i, Yunus'u, Emrah'i, Dertli'yi severdi. Çagimizin ozanlarindan Ahmet
Kutsi Tecer'in ayri bir yeri vardi Veysel'de. Onun araciligiyla Köy Enstitüleri'nde bir
süre saz ögretmenligi de yapmisti Veysel. Sirasiyla Arifiye Hasanoglan, Çifteler,
Kastamonu, Yildizeli, Akpinar Köy Enstitüleri'nde bulunmustu. 1952 yilinda
Istanbul'da büyük bir jübilesi yapilan Asik Veysel'e 1965 yilinda Türkiye Büyük
Millet Meclisi, "Anadilimize ve milli birligimize yaptigi hizmetlerden dolayi" özel bir
kanunla vatani hizmet tertibinden aylik baglanmisti.
Iste böylesine uzagi gören bir insandi o... Yetmis yil karanlik bir dünyada
yasadi. (Ölümü 21 Mart 1973). Fakat karanlik gözlerindeydi yalniz, içi apaydinlikti,
siirleri de öyle... Halk siirimizin bu güçlü ozani yarim yüzyili askin bir süre
yazdiklariyla, çalip söyledikleriyle çevresine isiklar saçti. Yalniz çagimizda
yasayanlar degil, bizden çok sonra yasayacaklar da "Dostlar Beni Hatirlasin"
siirini unutmayacaklar ve her zaman rahmetle anacaklar Asik Veysel'i.
DOSTLAR BENI HATIRLASIN
Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han konan göçer
Ay dolanir yillar geçer
Dostlar beni hatirlasin
Can bedenden ayrilacak
Tütmez baca yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatirlasin
Ne gelsemdi, ne giderdim
Günden güne artti derdim
Garip kalir yerim yurdum
Dostlar beni hatirlasin
Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüs kim gülecek
Murad yalan ölüm gerçek
Dostlar beni hatirlasin
Gün ikindi, aksam olur
Gör ki basa neler gelir
Veysel gider adi kalir
Dostlar beni hatirlasin
KIZILI RMAK- ALLI GELiN
Alti kardes idik bindirdik ata
Hürü'yü yolladik üç köyden öte
Kizilirmaga varinca oldu bir hata
Nettin Kizilirmak alli gelini
Gelini gelini benim yarimi
Evde kaynanasi evi bezeder
Yolda kaynatasi yolu gözeder
Gelinsiz haneyi kime bezeder
Nettin Kizilirmak alli gelini
Gelini gelini benim yarimi
Atlilar da Kapalti'ni dolasir
Yengeler de kuzu gibi melesir
Kara heber güveyiye ulasir
Nettin Kizilirmak alli gelini
Gelini gelini benim yarimi
Köprüye varinca köprü yikildi
Üç yüz atli birden suya döküldü
Nice yigitlerin beli büküldü
Nettin Kizilirmak alli gelini
Gelini gelini benim yarimi
Tüfek getirin de su kartali vuralim
Dalgiç getirin de alli gelini bulalim
Biz gelinsiz nasil köye varalim
Nettin Kizilirmak alli gelini
Gelini gelini benim yarimi
Elinin kinasi soldu mu ola
Gözünün sürmesi soldu mu ola
Evde kaynatasi duydu mu ola
Nettin Kizilirmak alli gelini
Gelini gelini benim yarimi
Kizilirmak parça parça olaydin
Her bir parçan bir yerlerde kalaydin
Sen de benim gibi yarsiz kalaydin
Nettin Kizilirmak alli gelini
Dalga vurdu göremedim boyunu
Cahit Özbek
Orta Anadolu köylerinden birinden ötekine gelin götürülürken Kizilirmak'tan
geçen gelin alayi köprünün yikilmasi üzerine suya dökülmüs, bu arada gelin de
kaybolmustur. Bu çok acikli olay toplumu öyle etkilemis ki, dalga dalga bütün
yurda yayilmistir.
Bu agit o aci ile yakilmistir. Sözü de, ezgisi de gerçekten güzeldir
MEVLANA
Mevlâna 30 Eylül 1207 yilinda bugün Afganistan sinirlari içerisinde yer alan
Horasan Ülkesi'nin Belh sehrinde dogmustur.
Mevlâna'nin babasi Belh Sehrinin ileri gelenlerinden olup, sagliginda "Bilginlerin
Sultâni" ünvanini almis olan Hüseyin Hatibî oglu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise
Belh Emiri Rükneddin'in kizi Mümine Hatun'dur.
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 17 / 66
Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazi siyasi olaylar ve yaklasmakta olan
Mogol istilasi nedeniyle Belh'den ayrilmak zorunda kalmistir. Sultânü'I-Ulemâ
1212 veya 1213 yilllarinda aile fertleri ve yakin dostlari ile birlikte Belh'den ayrildi.
Sultânü'I-Ulemâ'nin ilk duragi Nisâbur olmustur. Nisâbur sehrinde taninmis
mutasavvif Ferîdüddin Attar ile de karsilastilar. Mevlâna burada küçük yasina
ragmen Ferîdüddin Attar'in ilgisini çekmis ve takdirlerini kazanmistir.
Sultânü'I Ulemâ Nisabur'dan Bagdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye
hareket etti. Hac farîzasini yerine getirdikten sonra, dönüste Sam'a ugradi.
Sam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Nigde yolu ile Lârende'ye
(Karaman) geldiler. Karaman'da Subasi Emir Mûsâ'nin yaptirdiklari medreseye
yerlestiler.
1222 yilinda Karaman'a gelen Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yil kaldilar.
Mevlâna 1225 yilinda Serefeddin Lala'nin kizi Gevher Hatun ile Karaman'da
evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nin Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adli iki oglu
oldu. Yillar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ
Hatun ile ikinci evliligini yapti. Mevlâna'nin bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir
Âlim Çelebi adli iki oglu ile Melike Hatun adli bir kizi dünyaya geldi.
Bu yillarda Anadolunun büyük bir kismi Selçuklu Devleti'nin egemenligi altinda
idi. Konya'da bu devletin bas sehri idi. Konya sanat eserleri ile donatilmis, ilim
adamlari ve sanatkarlarla dolup tasmisti. Kisaca Selçuklu Devleti en parlak devrini
yasiyordu ve Devletin hükümdari Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd
Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya
yerlesmesini istedi.
Bahaeddin Veled Sultanin davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayis 1228 yilinda
ailesi ve dostlari ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhtesem bir törenle
karsiladi ve Altunapa (Iplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.
Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yilinda Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak,
Selçuklu SarayininGül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanilan Mevlâna
Dergâhi'ndaki bugünkü yerine defnolundu.
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 18 / 66
Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nin
çevresinde toplandilar. Mevlâna'yi babasinin tek varisi olarak gördüler. Gerçekten
de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmus, Iplikçi Medresesi'nde vaazlar
veriyordu. Vaazlari kendisini dinlemeye gelenlerle dolup tasiyordu.
Mevlâna 15 Kasim 1244 yilinda Sems-i Tebrizî ile karsilasti. Mevlâna Sems'de
"mutlak kemâlin varligini" cemalinde de "Tanri nurlarini" görmüstü. Ancak
beraberlikleri uzun sürmedi. Sems aniden öldü.
Mevlâna Sems'in ölümünden sonra uzun yillar inzivaya çekildi. Daha sonraki
yillarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Sems-i Tebrizî'nin yerini
doldurmaya çalistilar.
Yasamini "Hamdim, pistim, yandim" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralik
1273 Pazar günü Hakk' in rahmetine kavustu. Mevlâna'nin cenaze namazini
Mevlâna'nin vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kildiracakti. Ancak Sadreddin
Konevî çok sevdigi Mevlâna'yi kaybetmeye dayanamayip cenazede bayildi. Bunun
üzerine, Mevlâna'nin cenaze namazini Kadi Siraceddin kildirdi.
Mevlâna ölüm gününü yeniden dogus günü olarak kabul ediyordu. O öldügü
zaman sevdigine yani Allah'ina kavusacakti. Onun için Mevlâna ölüm gününe
dügün günü veya gelin gecesi manasina gelen "Seb-i Arûs" diyordu ve
dostlarina ölümünün ardindan ah-ah, vah-vah edip aglamayin diyerek vasiyet
ediyordu.
"Ölümümüzden sonra mezarimizi yerde aramayiniz!
Bizim mezarimiz âriflerin gönüllerindedir"
Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
Ister kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
Bizim dergahimiz, umitsizlik dergahi degildir,
Yüz kere tövbeni bozmus olsan da yine gel...
Ben yasadikça Kur'an'in bendesiyim
Ben Hz.Muhammed'in ayaginin tozuyum
Biri benden bundan baskasini naklederse
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 19 / 66
Ondan da bizarim, o sözden de bizarim, sikayetçiyim...
Günes olmak ve altin isiklar halinde
Ummanlara ve çöllere saçilmak isterdim
Gece esen ve suçsuzlarin ahina karisan
Yüz rüzgari olmak isterdim....
Aklin varsa bir baska akilla dost ol da, islerini danisarak yap...
Su topraga sevgiden baska bir tohum ekmeyiz
Su tertemiz tarlaya baska bir tohum ekmeyiz biz...
Hayati sen aldiktan sonra ölmek, seker gibi tatli seydir
Seninle olduktan sonra ölüm, tatli candan daha tatlidir...
Biz güzeliz, sen de güzelles, beze kendini
Bizim huyumuzla huylan, bize alis baskalarina degil...
Bir katre olma, kendini deniz haline getir
Madem ki denizi özlüyorsun, katreligi yok et gitsin
Beri gel, beri !
Daha da beri ! Niceye su yol vuruculuk ?
Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye su senlik benlik...
Ya oldugun gibi görün, ya göründügün gibi ol...
YUNUS EMRE
(1240?-1320?)
Hayati hakkinda kesin bir bilgi yoktur.
Siirlerinden ve hayati hakkinda yazilip anlatilagelen menkibelerden anlasildigina
göre;
iyi bir egitim görmüstür.
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 20 / 66
Taptuk Emre’nin dergâhinda tasavvuf terbiyesinden geçmistir.
Siirleriyle de irsad görevini sürdürdü. Mevlânâ ile görüstü.
Yillar süren gurbet hayatindan sonra dogdugu köye döndü ve orada vefat etti.
Anadolu’nun birçok yerinde kabri ya da makami oldugu rivayetleri vardir.
Yunus, Türk edebiyatinin en büyük sairlerinden biridir. Kullandigi Türkçe, isledigi
temalar,
siirindeki sadelik ve yalinlik, onun ne denli büyük bir sair oldugunu ispat etmeye
yeter.
Siirleri birçok arastirmaci tarafindan derlenip toplanmis ve yayimlanmistir.
KARACAOGLAN
Türk halk sairi. Etkileyici bir dil ve duygu evreni kurdugu siirleriyle Türk halk siiri
geleneginde çigir açmistir.
1606' dogdugu, 1679'da ya da 1689'da öldügü sanilmaktadir. Yasami üstüne
kesin bilgi yoktur. Bugüne degin yapilan inceleme ve arastirmalara göre 17.yy'da
yasamistir. Nereli oldugu üstüne degisik görüsler öne sürülmüstür. Bazilari Kozan
Dagi yakinindaki Bahçe ilçesinin Varsak (Farsak) köyünde dogdugunu söylerler.
Bazilari da Osmaniye ili Düziçi ilçesinin Farsak köyünde dogdugunu söylerler*.
Gaziantep'in Barak Türkmenleri de, Kilis'in Musabeyli bucaginda yasayan Çavuslu
Türkmenleri de onu kendi asiretlerinden sayarlar. Bir baska söylentiye göre
Kozan'a bagli Feke ilçesinin Gökçe köyündendir. Bati Anadolu'da yasayan
Karakeçili asireti onu kendinden sayar. Mersin'in Silifke, Mut, Gülnar ilçelerinin
köylerinde, o yöreden oldugu ileri sürülür. Bir menkibeye göre de Belgradli oldugu
söylenir. Bu kaynaklardan ve siirlerinden edinilen bilgilerden çikarilan, onun
Çukurova'da dogup, yörenin Türkmen asiretleri arasinda yasadigidir.
Adi bazi kaynaklarda Simayil, kendi siirlerinden bazisinda ise Halil ve Hasan
olarak geçer. Aksehirli Hoca Hamdi Efendi'nin anilarina göre Karacaoglan yetim
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 21 / 66
büyüdü. Çirkin bir kizla evlendirilmek, babasi gibi ömür boyu askere alinmak
korkusu ve o siralarda Çukurova'da derebeyi olan Kazanogullari ile arasinin
açilmasi sonucu genç yasta gurbete çikti. Iki kiz kardesini de yaninda
götürdügünü, Bursa'ya, hatta Istanbul'a gittigini belirten siirleri vardir. Yine bu
siirlerinden anlasildigina göre, Bursa'da ev bark sahibi oldu, evlat acisi gördü.
Anadolu'nun çesitli illerini gezdigi, Rumeli'ye geçtigi, Misir ve Trablus'a gittigi de
saniliyor. Yasaminin büyük bir bölümünü Çukurova, Maras, Gaziantep yörelerinde
geçirdi.
Dogum yeri gibi, ölüm yeri de kesin olarak bilinmemektedir. Siirlerinden, çok
uzun yasadigi anlasilmaktadir. Hoca Hamdi Efendi'nin anilarina göre Maras'taki
Cezel Yaylasi'nda doksan alti yasinda ölmüstür. En son bulgulara göre ise
mezarinin Içel'in Mut ilçesinin Çukur köyündeki Karacaoglan Tepesi denilen yerde
oldugu sanilmaktadir.
Karacaoglan Osmanli Devleti'nin iktisadi bunalimlar ve iç karisikliklar içinde
bulundugu bir çagda yasamistir. Siirinin kaynagini, dogup büyüdügü göçebe
toplumunun gelenekleri ve içinde yasadigi, yurt edindigi doga olusturur.
Güneydogu Anadolu, Çukurova, Toroslar ve Gavurdaglari yörelerinde yasayan
Türkmen asiretlerinin yasayis, duyus ve düsünüs özellikleri, onun kisiligi ile
birleserek âsik edebiyatina yepyeni bir söyleyis getirir. Anadolu halkinin 17.yy'da
çektigi acilar, göçebe yasantisinin yokluklari, çileleri, çaresizlikleri, siirinde yer
almaz.
Siirlerindeki insana dönüklügünün özünde belirgin olan tema doga ve asktir.
Ayrilik, gurbet, sila özlemi, ölüm ise siirinin bu bütünselligi içinde beliren baska
temalardir. Duygulanislarini gerçekçi biçimde dile getirir. Düsündüklerini açik,
anlasilir bir dille ortaya koyar. Aci, ayrilik, ölüm temalarini isledigi siirlerinde de bu
özelligi göze çarpar. Düsten çok gerçege yaslanir. Çikis noktasi yasanmisliktir.
Ona göre, kisi yasadigi sürece yasamdan alabileceklerini almali, gönlünü
diledigince eglendirmelidir. Yasama sevincinin kaynagi güzele, sevgiliye ve
dogaya olan tutkunlugudur. Güzelleri, yigitleri över, dert ortagi bildigi daglara
seslenir. Lirik söyleyisinin özünde, halkinin duyus ve düsünüs özellikleri görülür.
Göçebe yasaminin vazgeçilmez bir parçasi olan doga, onun sirinin baslica
temalarindan biridir. Yasadigi, gezip gördügü yörelerin dogasini görkemli bir
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 22 / 66
biçimde dile getirir. Dost, kardes bildigi, sevgilisiyle es gördügü, iç içe yasadigi bu
doga, onun için sadece bir mekan olmaktan ötedir. Siirinin baska önemli bir
temasi olan askin varolusu, dogadaki benzetmelerle güzellesir. Onunla yasanan
sevinç, onun getirdigi aci doga ile paylasilir. Sevgili, siirinde doganin ayrilmaz bir
parçasidir.
Siirlerinde yer yer sila özlemi ve ölüm temasina da rastlanir. Sevdiginden,
ilinden, obasindan ayri düsüsü özlemle dile getirir, yakinir. Ölüm de, ayrilik ve
yoksullukla es tuttugu bir derttir.
Doga temasinin yani sira sirinin asil odak noktasini olusturan ask/sevgili
kavramini, âsik siirinin geleneksel kaliplari disinda bir söyleyisle ele alir. Onun için
sevgili, düslenen, bin bir hayal ile var edilen, ulasilmazligin umutsuzluguyla adina
türküler yakilan bir varlik degildir; doga ve insan iliskileri içindedir. Onu,
yasamdan ve bu iliskilerden soyutlamadan verir.
Ilk kez onun siirinde sevgililerin adlari söylenir: Elif, Ansa, Zeynep, Hürü,
Döndü, Döne, Esma, Emine, Hatice...Karacaoglan bunlarin kimine bir pinar
basinda su doldururken, kimine helkeleri omuzunda suya giderken, kimine de
yayik yayip hali dokurken görüp vurulmustur. Gönlü bir güzel ile eylenmez, bir
kisiye baglanmaz. Uçarilik, onun duygu dünyasinin siirsel söyleyisine yansiyan en
belirgin yanidir. Erotizm, siirine sevmek ve sevismek olgusuyla yansir. Kanli-canli
sevgili, cinsellik motifleriyle daha da belirginlesir, siirinde etkileyici bir biçimde yer
eder. Onun sevgiye ve kadina bakis açisi, âsik siirine yenilik getirir ve bu gelenek
içinde etkileyici bir özellik tasir. Tanri kavrami ve din temasi siirinde önemlice bir
yer tutmasa bile, bu konudaki yaklasimiyla da kendi siir gelenegine yine degisik
bir bakis açisi getirmis ve sonraki kusaklar üzerinde etkileyici yönlendirici
olmustur.
Karacaoglan yasadigi çagda yetismis baska saz sairlerinin tersine, dil ve ölçü
bakimindan Divan Edebiyati'nin etkisinden uzak kalmistir. Güneydogu Anadolu
insaninin o çagdaki günlük konusma diliyle yazmistir. Kullandigi Arapça ve Farsça
sözcüklerin sayisi azdir. Yöresel sözcükleri ise yogun bir biçimde kullanir.
Deyimler ve benzetmelerle halk siirinde kendine özgü bir siir evreni kurmustur. Bu
da onun siirine ayri bir renk katar. Bu sözcüklerin bir çogunu halk dilinde yasayan
biçimiyle, söylenislerini bozarak ya da anlamlarini degistirerek kullanir.
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 23 / 66
Karacaoglan, halk siirinin geleneksel yarim uyak düzenini ve yer yer de redifi
kullanmistir. Hece ölçüsünün 11'li (6+5) ve 8'li (4+4) kaliplariyla yazmistir. Bazi
siirlerinde ölçü uygunlugunu saglamak için hece düsmelerine basvurdugu da
görülür. Mecaz ve mazmûnlara çokca basvurmasi, söyleyisini etkili kilan önemli
ögelerdir.
Siirsel söyleyisinin önemli bir özelligi de, halk siiri türü olan mani söylemeye
yakin olusudur. Kosmalar, semailer, varsagilar ve türküler siirleri arasinda
önemlice yer tutar. Bunlarin her birinde açik, anlasilir bir biçimde, içli ve özlü bir
söyleyis birligi kurmustur.
Pir Sultan Abdal, Âsik Garip, Köroglu, Öksüz Dede, Kul Mehmet'ten
etkilenmis, siirleriyle Âsik Ömer, Âsik Hasan, Âsik Ismail, Katibî, Kuloglu, Gevheri
gibi çagdasi sairleri oldugu kadar 18.yy ve sairlerinden Dadaloglu, Gündeslioglu,
Beyoglu, Deliboran'i, 19.yy sairlerinden de Bayburtlu Zihni, Dertli, Seyranî, Zileli
Talibî, Ruhsatî, Sem'î ve Yesilabdal'i etkilemistir. Daha sonra da gerek Mesrutiyet,
gerek Cumhuriyet dönemlerinde, halk edebiyati geleneginden yararlanan
sairlerden R.T. Bölükbasi, F.N. Çamlibel, K.B. Çaglar, A.K. Tecer ve C. Külebi,
Karacaoglan'dan esinlenmislerdir.
Siirleri 1920'den beri arastirilan, derlenip yayimlanan Karacaoglan'in bugüne
degin, yazili kaynaklara bes yüzün üzerinde siiri geçmistir.
Eserlerinden bazilari:
1
Vara vara vardim ol kara tasa
Hasret ettin beni kavim kardasa
Sebep ne gözden akan kanli yasa
Bir ayrilik bir yoksulluk bir ölüm
Nice sultanlari tahttan indirdi
Nicesinin gül benzini soldurdu
Nicelerin gelmez yola gönderdi
Bir ayrilik bir yoksulluk bir ölüm
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 24 / 66
Karac'oglan der ki kondum göçülmez
Acidir ecel serbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrilik bir yoksulluk bir ölüm
2
Sunayi da deli gönül sunayi
Ben yoluna terk eyledim silayi
Armagan gönderdim telli turnayi
Iner gider bir gözleri sürmeli
Sabahtan ugradim yarin yurduna
Dayanilmaz firkatine derdine
Yikilasi karli dagin ardina
Asar gider bir gözleri sürmeli
Ates yanmayinca duman mi tüter
Ak gerdan üstünde çimen mi biter
Vakti gelmeyince bülbül mü öter
Öter gider bir gözleri sürmeli
Karacaoglan kapiniza kul gibi
Gönül küsüverse ince kil gibi
Seherde açilmis gonca gül gibi
Kokar gider bir gözleri sürmeli
AŞAN BiLiR KARLI DAĞIN ARDINI
“Sen ne güzel bulursun gezsen Anadolu’yu” demis ozan.Demis ya! Ne yürekten
demis,ne Dogru demis.Anadolum benim.Günde bin güzellik görüp, birine
vuruldugumuz.Gam ile dert ile yogruldugumuz.Gök gözlü,günes yüzlü,derin
sözlü,yarim özlü.Ekmek’ini el ile paylasan, çarsambasini sel alan, sevdiklerini el
alan.Kor yürekli, demir bilekli,basi bulutlarda yigitlerin, vefali, sadik,vefakar,örük
saçli, uzun boylu yapalaklarin,tug sunalarin, torasamlarin, gül yüzlü güzellerin,
ceylanlarin,efsanelerin, lav gibi fiskiran yüreklerin, dügünlerin, halaylarin,
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 25 / 66
türkülerin, agalarin, beylerin, ozanlarin, ve dillere destan asiklarin diyari
Anadolum. Anadolum benim.Kerem ile Asli’si var,Ferhat ile sirin’i var, Leyla ile
Mecnun’u var,Elif ile Mahmut’u, Sürmeli bey’i, Sah Ismail’i, Sümmani’si var. Dil
hangi birine döner,yürek hangi birine katlanir.Ve kalem hangi birini yazabilir.
Yazipta basedebilir ki.
Iste Senem ile Yazicioglu da bu yürek yanginlarini çekmis binlerce kor yiginindan
sadece ikisi.
Türlü mayalar, kirk atlar koçlar, taylar kuzular, gökçe gelinler ve koç yigitlerden
kurulu yörük kervani Binboga daglarinin üstünden asip, günes’in kizila boyanip
battigi Tanir yaylasina dogru ince bir çizgi gibi, bir uçtan bir uca süzülüp geçti.
Günlerdir at üstündeki asiret mensuplari yorulmuslar, bunalmislardi.Ama yol
bitmis sinirin hemen yanibasindaki konak yeri Yapalak görünmüstür. Aksamüstü
yaylaya ulasinca kervanin en önünde giden tülü mayadan yasli bir yörük beyi
siçrayip indi.Arkasinda uzanan kervana dur etti ve bagirdi. “Konak yerimiz
buradir.Atlar baglana, denkler çözüle tez elden çadirlar kurula Allah hayira getire
dedi”. Yigitler atlarindan, gelinler tülü mayalarindan indiler.Birkaç genç kadin,
yörük beyinin indigi devenin yedegindeki al bir at’tan, genç bir kizi incitmekten
korkar gibi tutup indirdiler yere.Altina kilim serildi.Üstüne gölgelik çekildi hemen.
Bagdas kurup oturdu genç yörük kizi yere.Omzunun bir ucundan bir ucuna
fiseklik çevriliydi.Belinde gümüs sapli bir hançer takiliydi.Iran ipegindendi tüm
giysileri. Samur saçlari basindaki yesil berenin içinde toplanmis, kenarlarindan
tasmisti.Uzun boylu, beyaz tenli, simsiyah gözlü, ceylan bakisli, bakanin bir daha
baktigi, görenlerin yüreklerini yaktigi bir ahuydu bu. Ne Tanir, ne Binbogalar nede
bu küçük Yapalak, böyle bir güzele çadir açmamis,böyle bir ceylana
rastlamamislardi.Yayla böyle bir güzel görmemisti.
Tez elden çadirlar kuruldu.Atlar kuzular koyunlar çayir’a salindi.Beyin siyah
çadirindan genis obasi kuruldu.Tüfekler, sazlar asildi çadir direklerine.Ay orta yere
gelip dolandi.Mehtap bir uçtan bir uca isigiyla doldu yapalak’a.Yörükler meydan
yerinde yaktiklari, gökyüzüne uzanan bir ates yigininin basinda, geceye teslim
ettiler ilk günlerini.
Ertesi sabah hemen duyuldu Tanir’a yörüklerin gelip yerlestikleri.Adettendi, yerli
halk gelip hosgeldiniz derdi.Birkaç ay kalip sonra gidecek olan bu göçebe
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 26 / 66
yörükleriyle kardes gibi geçinirlerdi.Hosgeldine gitmek bölgenin agasina
düserdi.Aga yanina bölge büyüklerini toplar,kadin’ini yanina alir, gider yeni
misafirleriyle tanis olurdu. Yine öyle oldu. Tanir’in sanli Bey’i Yazici oglu köyünün
büyüklerini çagirip, baslarina da oglu Osman’i katip hosgeldine gönderdi yörük
içine. Atlayip atlarina, vardilar yörük yaylasina yerliler.Yörükler hürmetle yürekten
karsiladilar gelenleri.Kosup agaya haber verdiler.Kara çadirindan önce ak saçli
yörük beyi,ardinda o ahu gözlü, fidan boylu ceren çikti.Bir hançer gibi dikildi
karsilarina.Basi yularda iki eli bögründe Daha buyrun diyemeden, ziyaretçilerin
basinda atin üstünde bir kartal gibi duran yemyesil gözlü, kartal bakisli çinar gibi
heybetli Osman'a takildi gözleri. Bir yil gibi sürdü ikisi içinde bu bakislar.
Bakistilar.
Buyrun dedi yörük bey’i.Yaninda hala,yere sapli bir hançer gibi duran kiza
döndü.Senem dedi: Ati tut kizim.Kostu Senem adetleri geregince, gelen kafilenin
bey’i ile hanim agasinin atinin yularina sarildi.Kadin da Osman da indiler
atlarindan. Tam kafile yörük illeri gelenekleri gibi halka tutup oturdular.Hos
geldiniz edildi.Kahveler, katiklar içildi, konusulup tanisildi. Ama iki gencin akli ve
gözleri bir an bile ayrilmadi birbirlerinden. Iste diyordu Senem! Kendimi kollarina
teslim edebilecegim, erim, erkegim diyebilecegim çinar gibi bir yigit.Iste diyordu
Yazici oglu Osman’a.Yazici oglu Osman'da; Baba evine götürebilecegim, övünç
duyup yaslanacagim, bir ahu diyordu kendi kendine.
Aksama kadar kalindi yörük yaylasinda.Genis sofralar yazildi yere, koyunlar
kizartildi, katiklar yayildi,yenildi içildi.Ama Senem le Osman bir kere düsen bir kor
yigini gibi, bakip durdular birbirlerine.Aksam yörüklerden ayrilip Tanir’a dogru
yola çiktiklari zaman,Osman yüreginden bir parçanin yapalakta kaldigini
hissetti.Senem yüreginden bir parçanin kopartilip alindigini, içinden bir seylerin
eksildigini sandi. Günler akip geçti.Ne Senem nede Osman unutamadilar
birbirlerini.Bir bahane bulup yeniden gidemedi Osman yörük çadirina.Senem
obadan disariya ayak atamadi.
Ama seven yürek neler etmez ki, her seyin çaresi bulundu.Bir yörük kadini yardim
etti bey kizina Bey oglu atlayip atina Seneme kostu.Ay isiginda her bulusup
konusmalarinda daha çok yandi yürekleri,Daha çok sevdiler, daha çok baglandilar
birbirlerine.
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 27 / 66
Sevda bu. Çaresi olmazsa sarartip soldurur, öldürür adami.Senem de Osman da
ayni ateste kavruldular.Senem seviyordu ama çaresizdi.Biliyordu ki babasi oba
dan disari kiz vermezdi.Töreler böyleydi.Osman düsündü, bir yörük kizini eve
almazdi babasi. Kaçalim dediler bir gün. Yok dedi Senem. Kaçalim dedi oglan yok
dedi Senem. Ben böyle bir atesle yana yana ölürümde kaçmam.Kaçip yere
yikmam basini babamin.Babamin basini yere yikamam. Baska çare yok. Kaideleri
yikacak, iki sevdaliyi birbirine kavusturacak, agir kuvvetli Yörük beyine bir dünür
kafilesi gerekti.
Bir yigit sararip solar erir giderde,bir bey kadini hatun ana’si hissetmez mi.Gayri
sordular, Osman anlatti.Bir tek oglanin derdine çare bulmak,onu bu dertten bu
acidan kurtarabilmek için kaideleri bir bir yikti babasi.Etraf çevrelerden agalar
toplandi.Dünür kafilesi ve hediyeler hazirlanip vardi yörük agasina. Bir sevinç bir
umut düstü içine senemin,bir sevinç doldurdu içini Osman aganin.Ne kaldi ki aha
bugün olsa yarin kavusuverirler.Birbirlerine yakisan nazarlik bir çift olular. Allah'in
emriyle dediler kizini istediler.Allah yazdiysa biz ne edek velakin obamizin
kanunlari vardir. Ihtiyarlarimiza soralim, bir kaç gün izin verin düsünelim,iletiriz
kararimizi.Isteriz ki kizimiz oglunuza kurban ola,böyle bir beyin gelini ola.Ama
töreler dediler.
Umut içinde döndü dünür kafilesi.Bir yangin düstü içine yörük beyinin.Ama ölürde
törelerini yikmaz, asiretin disina kiz vermezdi.Fakat bu çevrenin en güçlü adami
dünür geliyor.Vermezlerse basarlar obayi alir kaçirirlar kizi.Onlar basmadan biz
kaçmaliyiz dedi oba yaslilarina. Hemen o gece çadirlar söküldü, sürü toplandi,
kervan hazirlandi.Ve Senem içi kan agliyor.Bir ölüden farksiz.Tüm oba yigitlerinin
arasinda çekilip gittiler Yapalaktan.Bir gecede toplandilar gittiler.
Ertesi gün tüm Tanirlilar bos buldular yaylayi.Bin yerinden hançerlenmis gibi inledi
yikildi , bir ölüden farksiz oldu Osman. Her yana haberler salindi, sözcüler
gönderildi.Aylar yillar sürdü bu arayis.Ama ne yörük kervaninin izine rastlandi,
nede Senemden bir haber alindi.
Yillar geçti aradan yandi yikildi Osman, ama Senemden bir haber alamadi.Talih’i
her gün biraz daha karardi.Bir dügünde bir gözünü kaybetti.Degen saçmalarla
birlikte anasi babasi öldü.Günler yel gibi geldi geçti.Onun içindeki yangin geçmedi
unutamadi Senem’i.On yil, yirmi yil, elli yil, atmis yil geçti, bir haber gelmedi
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 28 / 66
Senemden.
Sonra bir yaz günü evinin önünde oturup çocuklariyla oynarken; Köyün çerçicisi
bir ermeni vardi.O geldi kosarak yanina. Agam dedi! Agam kurban olam haberler
ne ki haberler.Desem yikilir misin yoksa sevinir misin. Eski bir yaraya tuz mu
atarim. Anlat dedi Yazicioglu.Anlat hele ne istersin.Haberin hayirliysa tarla
veririm, degilse çek git.
Kozan’daydim dedi ermeni çerçi, mal satardim. Açmis oturmustum metami,
bugday almis kumas verirdim.Iki büklüm bir ihtiyar geldi yanima.Saçlari ak,
gözlerinin feri sönmüs bir ihtiyar kadin.Ogul dedi nerelisin.Tanirliyim ana dedim.
Osman agayi bilir misin dedi.Bilirim elbet dedim.Insan köyünün agasini bilmez mi?
Kusagindan bir çikini çikartti.Aha bu lapatan’i elime tutusturup, Osman agaya
söyle Senem ananin selami var, yüregi yüreginle birdir.Kimseye yar olmamistir.Bir
yayla kizi gibi sevmis bir yayla kizi gibi sadik kalmistir de,Ama gayri her sey
geçti.gelip aramaya, arayip sormaya de. Agam selam yerde kalmazmis getirdim
sana, Gayri sen bilirsin dedi ermeni çerçi. Yüreginde yetmis yil evvelin koru
yeniden yandi.Osman Aganin içinde kaynar bir sey akti.Altinlar tarlalar verdi
ermeni çerçiye.At hazirlatti, yaninda iki adam düstü kozanin yoluna. Osman Aga
Senem'le bulustu mu bunu bilmiyoruz ama, Maras'ta Tanir da. Toros'larda,Avsar
illerinde ne zaman bir dügün kurulsa;Önce Osman aganin aldigi haberden sonra
söyledigi türküyü söyler kadinlar erkekler.Yankilari Toroslarin Binbogalarin ötesine
dogru yanik bir ses, yanik bir yürek. Nerede bir gece toplantisi olsa, yaslilar
genç'lere Senem ile Yazicioglu Osman'in sevdalarini anlatirlar hep.
SARI GELiN
Sari Gelin türküsü, Kuzeydogu Anadolu cografyasinda ortaya çikmistir. Türklerin
büyük bir kolunu teskil eden Kipçaklarin diger adi da Kuman'dir. Diger kavimler,
Kipçaklari "sarisin" anlamina gelen "Kuman" adiyla veya bu anlama gelen baska
kelimelerle anmislardir.
Sari Gelin, eski çaglardan beri Çoruh ve Kür irmaklari boyunda yasayan Hristiyan
Kipçak beyinin kizidir. Bölgeye gelen Arap din adamlarindan birinin âsik oldugu
bu sarisin güzel etrafinda gelisen efsaneler, Kars ve Erzurum yörelerinde
yasamaktadir.
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 29 / 66
Türk kültüründen etkilenen Ermeniler arasinda birçok sifahî halk edebiyati
ürünümüzün yasiyor olmasi, Sari Gelin türküsünün, bir Ermeni türküsü oldugu
iddiasinin ortaya çikmasina sebep olmustur.
Türkü tartismasina katilan bir Erzurumlu: "Sari Gelin, Ermeni kizidir. Türkü, bir
dadasin bu kiza olan âskinin nagmeleridir." diyerek, türkünün hikâyesini Kurtulus
Savasi yillarina dayandiriyor. Bir Erzurumlu da, "Bu türkü, dadas türküsüdür."
diyor.
Azerbaycan'da Kür irmagi boylarinda yasayan bir efsane, edebî eserlere de konu
olmustur. Azerbaycanli sair Hüseyin Cavid, Seyh San'an adli manzum piyesinde,
konusunu halk arasindaki yaygin efsanelerden almistir. Arabistan'dan bu bölgeye
gelerek Islâm dinini yaymaga çalisan din adamlariyla ilgili bir efsanede, Seyh
San'an'in Tiflis-Gürcü Padisahinin güzel kizi Humar Hanima karsi duydugu ask
macerasi anlatilir. Bu kiz ugruna Hristiyan hayati yasayan Seyh, yedi yil sonra kizi
Müslüman eder. Birlikte kaçmaga karar verirler. Bunlari takip eden kralin askerleri
yetisince, âsiklarin dilegiyle yer yarilir, âsiklari içine alir. Âsiklarin girdigi yerden
kaynar sular çikar. Kizina ve yaptiklarina üzülen kral, bu suyun üzerine bir kilise
yaptirarak hatira birakir (Kirzioglu-1953: 379-380).
Ortodoks Kipçaklardan kalan hatiralardan biri de Kars ve Erzurum çevresinde
anlatilan "Seyh San'an ile Kralin Sari Kizi" efsanesidir. Bu efsaneyle birlikte bir de
türkü, günümüze kadar gelmistir. Türküye geçmeden önce, Ortodoks Kipçak
Türklerini Müslüman etmek için çalisan Islâm misyonerlerinin macerasini ve
sarisin Kipçak kizlarinin hatiralarini yasatan bir efsanenin iki varyantini
özetleyelim:
"Seyh Abdülkadir Geylanî'nin müritlerinden Sananî, seyhine darilarak firar etti.
Yolu Erzurum ve Oltu'ya düstü. Burada tanistigi bir dervisle yola çiktilar. Penek
suyu kiyisina geldiklerinde, dervis, genç Sananî'den kendisini karsiya geçirmesini
istedi. Sananî, bu teklifi kabul etmeyince, dervisin, "Benden esirgedigin
omuzlarina, domuz yavrulari binsin!" bedduasina ugradi. Misafir olduklari
Hristiyan Penek beyinin güzel kizina vurulan Sananî, misafirligi uzatti ve sarayin
hizmetçileri arasina katildi. Kendisi sarayin domuz çobani olmustu.
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 30 / 66
Seyhi Geylanî, müridi Sananî'nin bu hâlini ögrendi ve çok üzüldü. Bes yüz
müridinden, onu kurtarmalarini, gerekirse sevgilisiyle birlikte getirmelerini istedi.
Müritler, Sananî'yi, domuz güderken buldular; seyhin istegini Sananî'ye bildirdiler.
Sananî, ancak sevgilisiyle birlikte gelebilecegini söyledi. Bir sabah erkenden kizi
aldigi gibi, kendilerini bekleyen müritlere dogru yola çikti. Hep birlikte karli daga
dogru yürüdüler. Onlarin yoklugunu anlayan saray görevlileri, çevre köyleri
aradilar, bulamadilar. Daglara yöneldiler. Âsiklar ve müritler, takip edildiklerini
anlayinca kaçmaya basladilar ve dagin güneyine sarktilar. Takipçiler yetisince
çetin bir savas oldu. Bugünkü Allahuekber daglari, adini bu müritlerin
"Allahuekber" sedalarindan almistir. Âsiklarin ve müritlerin mezarlari da ziyaret
yeridir."
Bu iki varyant arasinda küçük farklar olsa da, olayin özü ve motifler aynidir.
Günümüze kadar gelen Sari Gelin türküsünün kaynagi iste bu efsanedir. Sari
Gelin, Penek beyinin kizi, Sinan da San'an veya Sananî'dir. Görülüyor ki burada
Ermeni yok!
Efsaneler, tarih degildir; onlardan bilimsel sonuçlar çikarilamaz. Bununla birlikte
efsaneler, muhayyelesinden çiktigi milletin hangi deger yargilarini benimsedigini
gösterir. Onu ortaya koyanlarin nelere inandigini, ne gibi ahlâk esaslarina deger
verdigini açiklar. Efsaneler, bir milletin manevî nabzinin ölçüsü, toplumsal
mizacinin ifadesidir. Efsanelerde toplumun suuralti hazinelerinin anahtarlari
saklidir (Uyguner-1956).
Sari Gelin türküsüne konu olan efsane de, halkin dilinde yasarken, kim bilir, ne
zaman ve hangi yeni olay üzerine türküye dönüsmüstür... Türkünün ve efsanenin
merkezinde bulunan kahramanlar aynidir: Sari Gelin ve Seyh San'an/Sinan.
1918 yilinda, bir hey'etle birlikte kuzeydogu illerimizi gezen tarihçi Ahmet Refik
Bey, Sari Gelin türküsünü, Göle'nin Okçu köyünde tespit etmistir. Bu seyahat
notlarindan meydana gelen kitabinda sunlari yaziyor:
"Okçu köylü Ali'nin en güzel söyledigi, Diyarbekir'de, Erzincan'da, Erzurum'da
Kürdî nagmelerle okunan bildigimiz bir türkü. Fakat ezgiler burada daha hüzünlü,
daha kederli. Türkünün konusu gayet sâirane: Bir Türk delikanlisi köyünde
yasayan bir Hristiyan kizini seviyor. Sabahleyin tarlaya giderken pesinden
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 31 / 66
ayrilmiyor. Aksamlari sürüler agillarina dönerken sevgilisinin güzelligini
seyrederek ruhunun atesini dindirmeye çalisiyor. Kalbi ve kafasi o derece mesgul
oluyor ki, sonunda taptigi haçi, sevdigi salibi/haçi görmek istiyor. Kalbi heyecan
içinde çarparak bir pazar sabahi kalkiyor. Günes yamaçlara altinlar serper, kuslar
tatli civiltilarla ortaligi senlendirirken kiliseye gidiyor. Bir köseye çekiliyor.
Sevgilisinin taptigi haçi, kilisede yapilan ayini seyrediyor. Türkü söyle basliyor:
Vardim kilsesine baktim haçina
Mâil oldum bölük bölük saçina
Kiz seni götürem Islâm içine
Vay Sinan ölsün Sari Gelin
Âh seni vermem dünya malina.
Sarkinin nakarati o kadar hazin, o derece tesirli ki... Ali, elini sakagina koymus,
gözleri yas dolu, ruhundan kopan acilarla feryat ediyor:
Vay Sinan ölsün Sari Gelin
Vay Sinan ölsün Sari Gelin
Seni vermem dünya malina...
dedikçe güya aglamak istiyor. Sari Gelinler orada da mi bedbaht âsiklari bu
derece büyülemisler (Altinay- 2001: 71-72)
Sari Gelin türküsünün halk agzinda dolasan ikinci dörtlügü de söyledir:
Vardim kilsesine kandiller yanar
Kiranta kesisler pervane döner
Tersa sevmis deyin el beni kinar
Vay Sinan ölsün Sari Gelin
Seni saran neyler dünya malin.
(Seni alan neyler dünya malin)
Ünlü "Kars Tarihi" adli eserinde, Kipçaklardan bahsederken, Sari Gelin türküsüne
de deginen Kirzioglu, bu türkünün Kars ve bir zamanlar halki Türklerden meydana
gelen Erivan'da söylenen bir baska varyantini da verir:
Irevan çarsi pazar
Içinde bir kiz gezer
Elinde divit kalem
Dertliye derman yazar.
dörtlügü ile baslayip:
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 32 / 66
Sari Gelin, sari kiz
Ettin ömrüm yari kiz
nakaratlariyla ve bar/halay havasi olarak da söylendigini belirtir (Kirzioglu-1953:
380-381).
Kirzioglu, türküde:
Sari kiz, Sari Gelin
Dünyanin vari gelin
Ünlü sair ve yazar Ahmet Hamdi Tanpinar, Erzurum halk havalarindan
bahsederken, "Erzurum çarsi pazar, diye baslayan bu türkünün canlandirma
kudretine daima hayran oldum." Demektedir (Tanpinar-1976: 201).
Sari Gelin, bir oyun havasi olarak, Kars oyunlari arasinda da geçmektedir (Bugün-
1959). Gazimihal'in, "Yurt Oyunlari Katalogu" ile Kirzioglu'nun, "Kars Ili Halk
Oyunlarinin Adlari"nda Sari Gelin'i de görüyoruz (Tan-1977; Kirzioglu-1960).
Azerbaycan'da söylenen Sari Gelin nakaratli türkünün ilk kitasi söyledir:
Saçin uzun hörmezler
Gülü gonçe dermezler
Bu sevda ne sevdadir
Seni mene vermezler
Sari Gelin türküsünün bir Türk eseri oldugunu böylece ortaya koyduktan sonra,
meselenin Ermeni tarafina da bakalim. Sunu hemen belirtmeli ki, türkünün ortaya
çiktigi cografyada Türk unsuru hakimdir. Ermeniler ise bir azinliktir. Büyük
imparatorluklar kurmus bir milletin, kendi himayesinde yasayan bir azinliktan
türkü, hele oyun havasi almasi uzak bir ihtimaldir.
Ikinci bir husus da türkünün dayandigi mevcut folklor malzemesidir. Bu malzeme
olmasaydi, türkünün kaynagi meçhul kalacakti. O zaman, bir propagandaya
malzeme olsa da, türkünün Ermeni mahsulü olup olmadigi tartisilabilirdi. Hâlbuki
durum öyle degil. Türküyü ortaya çikaran kuvvetli halk edebiyati verimlerine
sahibiz.
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 33 / 66
Osmanli Devleti zamaninda, Türk'ün sadece kuvveti degil kültürü de üstündü. Bu
üstünlük, diger kavimleri de derinden etkilemistir. Klasik müzigimizdeki Ermeni
besteciler, bunun açik delilidir. Bizim ruhumuzu terennüm eden nagmeleri onlara
çaldiran ve söyleten, bizim kültürümüzün zenginligi ve derinligidir.
Sari Gelin, Kars ve Erzurum çevresinde efsane, türkü ve oyun olarak yasamakta;
halk kültürümüzün birden çok unsurunda yer almis bulunmaktadir.
KARA KOYUN
Karakoyun da karakoyun. Kanli canli. Atik. Ama kindar. Çobana kin tutmus bir kez.
Derler ki, karakoyun gözünü çobanin kucaginda açmis. Kuzulugu çobanin
kollarinda geçmis. Onun sevgisiyle simarmis, onun azarlariyla üzülmüs.
Günlerden bir gün de, çobani agasinin kizi Gülhanim ile öpüsürken görmüs.
Kinlenmis. Kin, o kin. Sürüp gelmis. Gelmis de çobanin ölüm kalim gününe,
dayanmis.
Olay çok eski. Yozgat'lilar "Bizde geçti" Çukurovalilar "Bizde geçti" der.
Nevsehir'in Akpinar'lilari da kendi yörelerinde geçtigini söyler olayin. Bana göre
olay Sivas`da gecer. Önemli mi? Önemli olan olayin halkin diline dolanip ilden ile,
dilden dile dolasip günümüze dek gelmis olmasi. Bir de su var ki; bu türkü
ötekilerden farkli olarak yalnizca kavalla çalinip söyleniyor. Agzi dili kaval oluyor
bu türkünün. Biz diyelim Ahmet, siz deyin Mehmet. Adi önemli degil. Çoban
kendisi. Günlerden bir gün, bir Türkmen obasina gelip is istemis. Oba Beyi
durumuna bakmis, temiz yüzlü, dürüst bir insan: Yanina alip sürüyü teslim etmis.
Çoban da yakisikli. Genç. Boypos yerinde. Isi gücü koyunlar. Sabahin erinde dag
yolunu tutuyor, aksamin geç vaktine kadar su yamaç senin, bu yamaç benim
dolasip duruyor. Koyunlarinin sagligiyla seviniyor, onlarin hastaligiyla üzülüyor. Bir
koyunun tirnagina tas batsa, uykusu haram oluyor. Sabaha dek, kirk kere kalkip
bakiyor, kirk türlü ilaç sürüyor yaraya, iyi olana dek omzunda getirip götürüyor
koyunu. Avucunda ot yedirip, külahinda su içiriyor. Ha! Bir de su var, çok iyi kaval
çaliyor çoban. Zaman zaman diger çobanlarla düzenlenen yarismalarda hep
birinci oluyor. Kavaliyla yürütüyor koyunlari, kavaliyla durduruyor.
Çoban bu! Kavali da ortada. Bir de Oba Beyi'nin kizi var. Adina Gülhanim derler.
Diger çobanlar bir övgülüyor, bir övgülüyor ki Gülhanim'i; çobanin içini bir ates
yakiyor. Daha tanimiyor oysa. Görmüslügü de yok. Sundan ki, kendisi çok erken
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 34 / 66
aliyor koyunlari agildan, çok geç dönüyor. El ayak çekilmis oluyor o zamana dek.
Ama, gün gün de büyüyor içinde Gülhanim. Günlerden bir gün, aksam karanligi
basmadan dönüyor obaya. Yaninda diger çobanlar da var. Agir agir sürüyü
indiriyorlar agila. Tam çesmenin yanindan geçerken bir fisilti tutuyor çobanlari.
Isaretle Gülhanim'i gösteriyorlar. Çoban basini çevirip bir bakiyor ki ne görsün. Ay
parçasi gibi bir kiz. Kirmizi basma fistan. Uzuna yakin boy. Saçlari da dizinde.
Parlak ela gözler. Basinda bir sira altin dizili. Çoban ufaktan kavala sariliyor
Gülhanim'i görünce. Bir basliyor üflemeye ki, Gülhanim sesin geldigi yana basini
çevirmeden geçemiyor. Gün o gün; saat o saat! Içinden bir seyler kaynayip akiyor
ikisinin de. Diyeceksiniz biri aganin kizi, biri çoban. Ama gönül ferman dinler mi?
Göz görüp gönül sevmeye görsün bir kez.
Günler günleri, aylar aylari eskitiyor. Oba kosullarinda görüsüp gönüllerini
hosediyorlar. En güzeli de çobanin aksam sürüyü agila getirmesi. Kavaliyla her
demek istedigini iletiyor Gülhanim'a çoban. Artik öylesine taniyor çobanin kavalini
Gülhanim, çok uzaklardan bile kavalla dediklerini bir bir anliyor. Diyelim, çoban
sürüyü tepeden bayira indiriyor, kavalina da üflüyor bir yandan. Elin diliyle
dediklerini, o kavaliyla söylüyor. Aslinda söyleyenden çok dinleyende keramet
Dinleyen de öylesine alismis ki kavalin sesine sip diye anliyor kavalin dilini.
Günler böyle geçip gidiyor. Hani çikip Oba Beyi'ne, "Böyleyken böyle. Gülhanim'i
Allah'in emriyle bana ver" dese güler adam. "Ben ki koskoca Karakeçili Asireti'nin
beyiyim, kizimi çobana verecem. Güler elin adami be!" demez mi? Der elbette.
Devir eski devir. Deger ölçüleri böyle. Zenginin kizi zengine, çobanin kizi çobana.
Yani ki, "Bu iki genç birbirine yakisiyor. Parasi, mali mülkü de önemli" degil
denmez. Çoban da bunlari bildigi için gidemez kizin babasina. Bir gün, bes gün
derken günler geçip gider. Gizli gizli bakisirlar. O kadar!
Bir aksam üstü, çoban koyunlari sagilimdan alip gece yayilimina çikarir. Yayilim
yeri de çok uzak degildir köye. Bir yandan koyunlari yayar, bir yandan veryansin
eder kavala. Gülhanim da yataginin içinde bir o yana döner, bir bu yana. Çobanin
kavaliyla anlattiklarini dinler. Derken ses kesiliverir birden. Gülhanim daha bir
kulak kabartir. Daha dikkatli dinler. Iih. Ses yok Herhalde uykuya daldi der, keser
umudunu yatar yataga. Ama kulagi yine kaval sesindedir. Çoban derseniz, sürüyü
otlaga yayip yan gelmistir bir kayanin dibine. Keyfince Gülhanim'a çalip
söylüyordur kavaliyla. Birden karabas köpegin havlamasi hizlanir. Derken canhiras
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 35 / 66
sesi duyulur köpegin. Sonra da hepten susar. Çoban firlar yerinden. Kavalini
birakip silaha sarilir. Ama firsat kalmaz. Dokuz kisi birden sarar çevresini. Elini
kolunu baglayip koyarlar bir kenara. Sürüyü dehleyip götürmek isterler. Ama bir
tek koyun yerinden kipirdamaz. Meleyip bagirmaya baslarlar. Çoban dayanamaz
"Benim koyunlar alisiktir. Kavalimla onlara yol vermezsem surdan suraya
gitmezler. Kollarimi çözerseniz, kavalimla yola düsürürüm sürüyü" der. Elini
çözerler. Kavalini verirler. Çoban baslar üflemeye. Baslar üflemeye ya, bir yandan
koyunlari kimil kimil kimildatir; öte yandan durumu Gülhanim'a bildirir. Söyle der
kavaliyla çoban:
Dokuz atli geldi sürüyü basti,
Kil bagi çok sikti kolumu kesti,
Kara köpecigim kanlari kustu,
Sürünüz gidiyor ulasin beyler.
Gülhanim firlar yatagindan birden. Kulak kabartir. Çobanin söylediklerini anlayip
babasina kosar. "Baba baba sürüyü ugrular basti. Köpegi öldürüp çobani
bagladilar. Sürüyü önlerine katip götürüyorlar. Acele önlerini çevirirseniz
kurtarirsiniz. Yoksa elinizi yuyun sürüden" der. Babasi, ogullarini atlarina bindirip
vurur özengiyi. Sura senin bura benim derken kavalin sesini duyarlar. Yolun kuytu
yerini seçip pusu kurarlar. Tam ugrular önlerinden geçerken üstlerine atlayip ver
ederler dayagi. Kimi saga kimi sola kaçip kaybolur ugrularin. Sürüyü önlerine
katip obaya dönerler. "Iyi, hos. Ama bu isin içinde bir bit yenigi var" der babasi.
"Nasil oldu da ugrularin sürüyü bastigini, köpegi öldürdügünü bildin." Gülhanim
ilkin hik mik eder. Sonunda boynunu büküp, "Çoban, kavaliyla anlatti bana" der.
"Kaval konusur mu?" diye karsi çikar babasi. Gülhanim, "Bizim çobanin kavalini
ben anlarim" der. Babasi isin içinde is oldugunu sezinler. Çagirir çobani yanina
"Tez zamanda obayi terket. Sen kim oluyorsun ki benim kizima göz koyuyorsun"
diye küplere biner. Çobanin boynu egik. Ne desin. Suspus olur. Çevreden olaya
tanik olanlar, durumu obanin yaslilarina iletir. Yaslilar bir araya gelip duruma el
koyarlar. "Dur" derler Oba Beyi'ne. "Böyle kaldirip atamizsin bu adami. Bir firsat
verelim ona. Oba törelerine uygun olarak sorgulayalim". Üç kisilik bir oba meclisi
kurarlar. Bu meclis ne derse o olacak. Çagirirlar Oba Beyi'ni de, çobani da. Ilk,
çoban anlatir. "Göz gördü gönül sevdi" der. "Gönül ferman dinlemiyor ki" der.
Sunu der, bunu der. Sonunda "Gülhanim'i gördüm vuruldum. O da bana vuruldu.
Ben onu sevdim, o da beni sevdi. Bugüne dek yüreklenip, Tanri buyruguyla
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 36 / 66
isteyemediysem, suç benim degil, kötü törelerin. Kusur ettiysem bagislayin.
Meclisiniz ne karar verirse boynum kildan ince" der, saygilar meclisi çekilir. Söz
Oba Beyi'ne gelince; "Ben ki bu obanin beyiyim. Agasiyim ünüm sanim yerinde.
Gözüm nuru kizimi, dengimde birine vermek isterim" der. Daha baska seyler de
der ya, sonunda "Benim aklimin almadigi bir kaval meselesi var. Bu isin içindeki
bit yenigi kafami bozuyor. Nasil oluyor da kavaliyla konusabiliyor. Nasil oluyor da
kizim bunlari anliyor. Aklim almiyor. Bu danisikli dögüs gibi geliyor bana. Beni rezil
etmek için uydurdular bunu. Aslinda hirsiz da, sürünün çalinmasi da bir oyundu
gibi geliyor bana. Ama yüce meclisiniz ne karar verirse raziyim" deyip noktalar
sözlerini. Meclistekiler verir kafa kafaya. Doluya koyarlar almaz; bosa koyarlar
dolmaz. Sonunda söyle bir karar verirler. Çoban, koyunlarina üç gün, üç gece tuz
yalatacak. Sonra da suyu geçirecek. Suyu geçecek koyunlar ama, bir tek damla
su içmeden. Eger üç gün, üç gece yaladigi tuza ragmen koyunlar su içmeden çayi
geçerse, kizla evlenecek çoban. Yok koyunlardan bir tanesi bile su içerse, çoban
davayi kaybedecek. Obayi terkedecek. Çoban da Oba Beyi de karara "evet"
demis. Ve üç gün, üç gece koyunlara tuz yalatmislar. Üç gün sonunda, ihtiyar
meclisi, Oba Beyi ve çoban gelmisler çayin kenarina. Bir yandan da koyun sürüsü
koyverilmis agilindan. Koyverilmis ki aman aman. Yazin sicaginda günes tepeden
vurur. Üç gün üç gece de tuz yalamis ki koyunlar; yürekleri yaniyor. Bir damla
suya hasret. Bir kosu yönelmisler çaya. Koyunlar çayiri bir yakasindan gelir; çoban
çayin öbür yakasinda. Ve elinde kavali çobanin. Elinde kavali ki, tüm umudu
kavalinda.
Bir de, Karakoyun var sürünün içinde, elinde dogmus çobanin. Karakoyun yaman
koyun. Leb demeden leblebiyi anliyor. Kaval sesine de bir aliskin ki Karakoyun eh!
Ne demek istedigini anlar çobanin. Ve de nerde duyarsa duysun, tanir kendi
çobanlarinin kaval sesini. Iste, suyu içirmemek için bir kavalina, bir de Karakoyuna
güveniyor çoban.
Ne zaman ki sürü yamaçtan görünmüs, elindeki kavali ufaktan ufaktan agzina
götürmüs çoban. Baslamis üflemeye. Çoban üflüyor kavalini ve sürüdeki her bir
koyuna ayri ayri yalvariyor. Ne dedigini, neler söyledigini koyunlar bir bir anliyor.
Söyle yalvariyor çoban koyunlara:
Koyun seni yedi yildir güderim,
Sizi kor da nerelere giderim,
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 37 / 66
Gülhanim'i yedi yildir severim,
Bildin mi sevdigimi Alakoyunum.
Ben sürümü yaydim yaydim getirdim,
Keyfi yetti, argacina yatirdim,
Bacin sagdi, ben südünü götürdüm,
Ablani seveyim Agcakoyunum.
Ak taslara tuzunuzu ekerim,
Siz yedikçe, melül melül bakarim,
Ben askimla yüregimi yakarim,
Gördün mü sevdigimi Karakoyunum.
Çoban bunlari dillendiriyor kavaliyla ya, koyunlar üç gündür tuz yalamis. Bir tek
damla su içmeden, tam üç gün, üç gece tuz yalamis koyunlar. Yürekleri yaniyor.
Bir de günes var ki tepede; firin gibi ortalik. Yürek yanigi bir yandan; günes bir
yandan. Çay da bir akiyor ki siril siril. Çoban yine Karakoyuna dil eder kavalini...
Karakoyun sana tuzlar yalattim,
Yalattim da cigercigim dograttim,
Iste seni su basina ilettim,
Içme koyun içme haydi dön geri,
Sözümü tutmanin simdi tam yeri.
Tanla gelir sari çanin avazi,
Kimi allar giymis, kimi kirmizi,
Dönüp kilsam ben bir sabah namazi,
Içme kayun içme haydi dön geri,
Sözümü tutmanin simdi tam yeri.
Egilip içenler onup yetmesin,
Yedip güden çoban gayri gütmesin,
Yaydigi yerlerde otlar bitmesin,
Içme koyun içme haydi dön geri,
Sözümü tutmanin simdi tam yeri.
Koyunlar iniyor tepeden, ama ne inis! Yürümüyor kosuyorlar; kosmuyor uçuyor
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 38 / 66
koyunlar. Koyunlarin yüregi yanik. Çoban korkulu. Ver ediyor kavala. Bir bir
adlarini sayip, döngeri etmek istiyor koyunlari.
Hangi çoban size kaval çalacak,
Taze çimen, mor sümbüller solacak,
Gülhanimin gönlü öksüz kalacak,
Kanlim olma Akkoyunum dön geri.
Ak koyunum koyunlarin beyidir,
Karakoyun yüregimin yagidir,
Yaylasi da Üçkapili Dagidir,
Kanlim olma Alakoyun dön geri.
Sürü suya yaklastikça yaklasiyor. Girdiler girecekler. Karakoyun duruyor birden.
Kulak veriyor kaval sesine. Biraz daha yalvarmali, biraz daha umutlu çalmaya
basliyor çoban. Kaval kavalliktan çikmistir artik. Kaval, kaval degil doga yaratigi
bir dil olmustur. Bir dil olmustur ki, koyunlarin anladigi lisandan konusur. Aglar.
Yalvarir. Umutlanir. Velhasil, her bir duyguyu alir çobandan, götürür Karakoyun'un
kulagina koyar.
En çok Karakoyuna güvenmektedir çoban. En çok da Karakoyun'dan
korkmaktadir. Neden derseniz. Karakoyun kinci koyun. Yaman koyun Karakoyun.
Sürü kendi basina gidiyor, Karakoyun kendi basina. Ayriliyor sürüden, bir kosu
varip suya ulasiyor. Uzatiyor kafasini suya. Uzatiyor ki içti içecek suyu. Çoban
daha içten daha yalvarmali üflüyor kavalini.
Sürüden ayrilma Karakoyunum,
Sulaga sarilma Karakoyunum,
Gördünse darilma Karakoyunum,
Kanlim olma Karakoyun dön geri.
Kuzunu tasidim, bahar çaginda,
Gezdirdim otlattim, Çiçekdagi'nda,
Kurutma gülümü gönül bagimda,
Kanlim olma Karakoyun dön geri.
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 39 / 66
Karakoyun meler. Ziplayip çikar çayin kiyisina. Ve firlayiverir birden sürünün
önüne. Öyle bir yay çizer ki, koyunlarin önünde, hizlari kesilir. Yavaslar dururlar
birden. Sonra Karakoyun önde, sürü pesinde agir agir girerler suya. Girerler ki, bir
tek koyun kafasini uzatmaz suya. Karakoyun tirnak tirnak atar suyu. Boz bulanik
olur suyun yüzü.
Günes bir yandan, üç gün üç gecelik tuz yalayis bir yandan. Susuzluk bir yandan.
Dayanamaz koyunlar susuzluga. Ama Karakoyun durur mu? Öyle çekip çevirir ki
sürüyü, bir teki bile suya uzatmaz kafasini. Vurur geçerler suyu. Çobanda bir
heyecan, bir telas, bir sevinç. Hepsi karisir birbirine.
Oba Beyi saskin. Ihtiyar meclisi hafiften sevinçli. Karakoyun sürünün basinda.
Çoban bu kez yalvarmayi biralap bir minnetle dillendirir ki kavali; neler der, neler
demek ister onu kendisi, bir de kavalini anlayanlar bilir.
Böyleyken böyle. Çoban kazanir davayi. Gülhanim'a kavusur. Ancak Oba Beyi
kiziyla çobani evlendirmeden önce sorar: "Dogrulugunu, yigitligini kanitladin ogul.
Ama, anlamadigim bir sey var. Karakoyun neden diger koyunlardan aynldi ilkin.
Kinli kinli suya girdi. Sonra sana bakip da suyu içmekten vazgeçti". Çoban
yeniden sarilir kavala, soruyu kavaliyla cevaplar.
Yillar var ki koyunlari güderim,
Aksam gelir, sabahlari giderim,
Koyun gibi, askimi da güderim,
Bagisla suçumu beylerin beyi.
Eridim su gibi ama akmadim,
Ne çiçege, ne çimene bakmadim,
Geceleri isik bile yakmadim,
Bagisla suçumu beylerin beyi.
Gülhanim askinda bana adasti,
Kapandi gözümüz, gönlümüz tasti,
Bir gündü dudagim biraz yaklasti,
Bagisla suçumu beylerin beyi.
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 40 / 66
Sel oldu çaglatti Karakoyunum,
Yüregim daglatti Karakoyunum,
Bunlari anlatti Karakoyunum,
Bagisla suçumu beylerin beyi
Der ve kavali bir yana atip, eline sarilir Oba Beyi'nin. Oba Beyi de kucaklar çobani.
Gülhanim derseniz, sevincinden uçuyor. Sonunda onlar da erer muradina.
Kaynak: Öyküleriyle Türküler 1 - Yasar Özürküt
GEL KOYUN MELEME
Gel koyun basina püskül takayim
Kuzunun ugruna daglar yakayim
Kuzunun yerine kuzu yakayim
Gel koyun meleme vazgel kuzundan
Meleyi meleyi çiktim yurtlara
Yüzümü gözümü sürdüm otlara
Ana mi dayanir böyle dertlere
Gel koyun meleme vazgel kuzundan
Atlar egerlenmis binegin ister
Kuslar havalanmis tünegin ister
Ak koyun da gelmis kuzusun ister
Gel koyun meleme vazgel kuzundan
Sürünün ardinda bir koyun meler
Koyunun feryadi bagrimi deler
Ak koyun gelmis kuzusun ister
Gel koyun meleme vazgel kuzundan
Hey koyun ben seni Mevla'ya saldim
Sürünün ardinda bir koyun kaldin
Yilda bir kuzunu yadlara verdin
Gel koyun meleme vazgel kuzundan
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 41 / 66
Sürünün ardinda meler gezersin
Meledikçe cigercigim ezersin
Kuzunun nerde oldugun sezersin
Gel koyun meleme vazgel kuzundan
Bir gölgecikte kuzulamadin mi
Gögsünün altinda gizlemedin mi
Kurtlar görür diye gizlemedin mi
Gel koyun meleme vazgel kuzundan
Gevheri dertli sinesini daglar
Durmaz gözlerinden kanli yas çaglar
Kuzusun yitirmis analar aglar
Gel koyun meleme vazgel kuzundan
Asik Gevheri
Bü türkü agit olarak çok yaygindir. Yurdun her yerinde tekkelerde, din
törenlerinde, mevlitlerde çok eskiden beri söylenirdi. Evlat acisini dile getiren bu
türkü on yedinci yüzyil asiklarindan ünlü ozan Gevheri'nindir. Sonradan ozanin adi
birakilarak ortak halk edebiyatina maledilmistir. Kuzusunu kurt kapan koyunun
hikayesidir.
AYRAN TÜRKÜSÜ
Iyi hos doldursun ayrani ya, sen kimsin? Köylük yerde bir genç kiz her isteyene bir
tas ayrani uzatirsa ne olur, adi nereye çikar? Demezler mi; falancanin kizini
gördüm, bir yabanciya tasi doldurup ayran verdi. Aralarinda bir sey var, elin
yabancisina yoksa verir mi ayrani? Hem köyün geleneklerine de ters düsmez mi?
Hem de genç bir kiz! Yok canim, bu isin içinde bir is var mutlaka.
Cemile güzelligi dillere destan bir kiz, Aziz köyün yakisikli gençlerinden. Eh göz
görüp gönül de sevince, her sey tamam gerisi büyüklerin bilecegi is. Üç-bes
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 42 / 66
emmi dayi; köyün muhtari imami, bir de Aziz’in babasi varip istemisler Cemile’yi.
Kiz evi nazevi derler, olacak o kadar naz. Araya bir kaç görüsme daha girer,
sonunda is tamam. Is tamam da daha askerligini yapmamis Aziz. Bugün yarin
derken, nisanlarinin haftasi askerlik çagrisi gelmis. Aman yaman daha yeni
nisanlandim hiç olmazsa bir iki ay geçsin dese kimse dinlemez. Günü gelince
vurmus sirtina çantasini, dost ahbap helâllesmis, varmis Cemile’nin yanina. “Üç
yil çabuk geçer bak. Büyük seli hatirla bes yil oldu, dün olmus gibi. Esat emmi
öleli dört yil oldu. Demem su ki günler tez geçiyor; bir göz açip kapayinca
burdayim gönlünü ferah tut” demis. Bekleyeceklerine söz verip ayrilmis Cemile
ile Aziz. Kara trenin düdügü ile ilk kez köyünden ayrilmis Aziz. Sik sik mektup
yazmis köyüne, içindekileri dökmüs mektuplarina. Anasina babasina, dolayli
olarak da nisanlisina selamlarini, özlemlerini iletmis.
Aziz askerdeyken, kötü bir haber yayilmis asker ocagina; “Uzakdogu’da savas
patlamis, bizi de savasa çagiriyorlarmis”. Kimi “Yok canim yalan söylüyorlar
dünyanin bir ucundaki kavgadan bize ne” dese de, “Bizim sözümüz varmis, onlar
savasa girerse biz yardim edecegiz, biz girersek onlar yardima gelecekmis. NATO
mu, ne diyorlar iste onun için” diyormus kimileri. . Derken Aziz’in kura günü gelip
çatmis. Adi cepheye gidecekler arasindaymis. Bir yandan üzülür ölürse yaban
ellerde ölecek, hem ne için savastigini da bilmeyecek. “Yurduma düsman
saldirmadi, arima, namusuma dil uzatan olmadi peki bu savastan bize ne” der
“Acep oralarin havasi nasil olur, kaç gün de gidilir” diye kendi kendine düsünür
durur. Çok geçmeden de cephede bulur kendini. Gecesi gündüzü yok savasin
Aziz gününü ayini sasiriyor, tek amaci ölmemek ve bir an önce Cemile’sine
kavusmak.
Demokrat Partinin “Altin çagi” denilen bu dönem 1947 de ki yabanci sermayeyi
tesvik kanunu 1951 de sermaye bölüsümünü daha da kolaylastirici dogrultuda
yapilan degisiklik ve Kore savasina bir tugay asker göndermesiydi. ABD’nin istegi
ve NATO’ya üye olmak için Tuggeneral Tahsin Yazici emrinde 5 bin asker Kore’ye
gönderilmisti. Türkiye savasi standart 5 bin kisiyle sürdürecegine söz verdigi için
eksilmeler oldukça asker göndermeye devam etmis ve savasin Türkiye’ye faturasi
717 ölü 5247 yarali 229 esir 167 kayip olmustu. Bu da ABD’den sonra en fazla
kayip veren ülkenin Türkiye oldugunun göstergesiydi.
Her taraftan ates yagmakta tam bir cehennem misâli. Bu arada sarapnel
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 43 / 66
parçalarindan biri de gelip Aziz’i buluyor ki, hem de yapayalniz. Düstügü yerde
kaliyor. Aziz eli yüzü paramparça esir kampina götürülür. Cani kurtuluyor
kurtulmasina ya Aziz eski Aziz degildir artik. Radyo bültenlerinde kayip listeleri
okunur, birligine gelemeyenler arasinda Aziz’in de adi vardir. Cemile vurulmusa
döner. Herkes birbirini avutmaya çalissa da Aziz’in artik dönmeyecegine çünkü
onun öldügüne inanirlar. Ama Cemile hiç ümidini kesmemistir, “Aziz ölmedi, ölse
künyesi bulunurdu” diye diye aradan yillar geçer ve tek bir haber çikmamistir
Aziz’den. Günlerden bir gün Cemile çesme basinda yayigi almis önüne ayran
yapiyormus. Basini kaldirdiginda bir atlinin yoldan sapip çesmeye dogru geldigini
görmüs. Cemile kafasini önüne egip göz ucuyla da yabanciya bakmis. Yüzü gözü
yara bere içinde olan yabanci Cemile’den bir tas ayran istemis. Cemile de
yabanciyi terslemis, çünkü yabanci ayrani sözle degil türkü çagirarak istemis.
Cemile de ayran vermek istemedigini yine türkü ile yanitlamis. Karsilikli türkü
düeti baslamis. Türkünün sonunda yabancinin Aziz oldugunu anlamis Cemile.
Anliyor da ayran yayigini bir yana, bakraci bir yana atip boynuna sarilmis Aziz’in.
Yillarin özlemini bir türküyle dillendirip, iki sevgilinin kavustugu bu türkünün
sözlerine bakalim...
Ayran Türküsü
Aziz:
Uzak yollardan da kivrandim geldim
Tatli dillerine eglendim kaldim
Gelin bu ayrani tazemi yaydin
Hüda’nin askina doldur ayrani
Cemile:
Uzak yollarin vefasi misin
Ak alnimin da sen cefasi misin
Yaydigim ayranin kahyasi misin
Anamdan habersiz vermem ayrani
Aziz:
Bunca yildir gurbet elde dururum
Çeker silahimi seni vururum
Ya ayrani alirim ya da ölürüm
Gel kiz kerem eyle doldur ayrani
Cemile:
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 44 / 66
Ayrani atlarima yüklerim
Götürür de dag basina dökerim
Gurbet elde yârim vardir beklerim
Ondan baskasina vermem ayrani
Aziz:
O nedir ki yer altinda paslanmaz
O nedir ki suya düser islanmaz
O nedir ki etin kessen seslenmez
Ya bunun cevabin ya da ayranin
Cemile:
O altindir yer altinda paslanmaz
O günestir su altinda islanmaz
O ölüdür etin kessen seslenmez
Bilirim bunlari vermem ayrani
Aziz:
Tepsiye koydum da binligi tozu
Ortadan kaldirdik hele Aziz’i
Bir kasik ayrani ver hala kizi
Hüda’ nin askina doldur ayrani
Cemile:
Tepsiye koydum binligi tozu
Ortadan kaldirdim hele Aziz’i
Sana feda ettim iki ala gözü
Getir kabini da doldur ayrani
Kaynak: Öyküleriyle Türküler 3 - Yasar Özürküt
LEYLA ile MECNUN
Mecnun, bir kabile reisinin dualar ve adaklarla dünyaya gelmis olan Kays adli
ogludur.
Okulda bir baska kabile reisinin kizi olan Leyla ile tanisir.
Bu iki genç birbirlerine asik olurlar. Okulda baslayip gittikçe alevlenen
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 45 / 66
bu macerayi Leyla'nin annesi ögrenir.
Kizinin bu durumuna kizan annesi, kizina çikisir ve bir daha okula göndermez.
Kays okulda Leyla' yi göremeyince üzüntüden çilgina döner,
basini alip çöllere gider ve Mecnun diye anilmaya baslar.
Mecnun' un babasi, oglunu bu durumdan kurtarmak için Leyla'yi isterse de
Mecnun
(deli, çilgin) oldu diye Leyla' yi vermezler. Leyla evden kaçarak, Mecnun' u çölde
bulur.
Halbuki o, çölde âhular, ceylanlar ve kuslarla arkadaslik etmektedir ve
mecâzî asktan ilâhî aska yükselmistir. Bu sebeple Leylâ' yi tanimaz.
Babasi Mecnûn' u iyilesmesi için Kâbe' ye götürür.
Duâlarin kabul oldugu bu yerde Mecnûn,
kendisindeki askini daha da arttirmasi için Allahü Tealâya duâ eder:
"Ya Rab belâ-yi ask ile kil âsinâ beni
Bir dem belâ-yi askdan etme cüdâ beni."
Duâsi neticesi aski daha da çogalir ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye baslar.
Diger tarafta ise Leylâ da ask istirabi içindedir.
Bir zaman sonra âilesi, Leylâ' yi Ibn-i Selâm isimli zengin ve îtibârli birine verir.
Ancak, Leylâ kendisini bir perinin sevdigini ve eger kendisine dokunursa ikisinin
de
mahvolacagini söyleyerek Ibn-i Selâm' i vuslatindan uzak tutmayi basarir.
Mecnûn, çölde, Leylâ' nin evlendigini arkadasi Zeyd' den isitince çok üzülür.
Leylâ' ya aci bir sitem mektubu gönderir.
Leylâ da durumunu bir mektupla Mecnûn' a anlatir.
Kendisini anlamadigindan dolayi o da sitem eder.
Bir müddet sonra Mecnûn' un âhi tutarak Ibn-i Selâm ölür. Leylâ baba evine
döner.
Bir çok tereddütten sonra her seyi göze alarak, Mecnûn' u çölde aramaya baslar.
Fakat Mecnûn, dünyadan elini etegini çekmis ilâhî ask yüzünden Leylâ'nin
maddî varligini unutmustur. Leylâ, çölde Mecnûn' u buldugu hâlde, Mecnûn onu
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 46 / 66
tanimaz.
Leylâ onun erdigini anlarsa da yine onsuz yasayamaz. Hastalanip yataklara düser.
Kisa zaman sonra da ölür. Mecnûn, Leylâ' nin ölüm haberini ögrenir.
Gelip mezarini kucaklar, aglayip inler;
"Ya Rab manâ cism ü cân gerekmez
Cânânsuz cihân gerekmez."
Der, kabri kucaklayarak ölür.
Bir müddet sonra Mecnûn' un sâdik arkadasi Zeyd rüyasinda,
Cennet bahçelerinde birbiriyle bulusmus iki mesut sevgili görür.
Bunlar kimdir? diye sorunca, derler ki:
"Bunlar Mecnûn ile onun vefali sevgilisi Leylâ' dir. Ask yoluna girip temiz öldükleri,
asklarini dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada bulustular."
KEREM ile ASLI
Isfahan padisahinin veziri bir Ermeni kesisidir.
Padisahin da vezirin de çocuklari olmaz.
Bir gün sehre gelen bir dervis,padisaha bir fidan verir.
Fidan has bahçeye dikilir.
Agaç oolur. Bir elma verir. Bu elmayi padisahla vezir paylasirlar.
Padisahin bir oglu olur, adini Kerem koyarlar. Vezirin bir kizi olur, adini Asli
koyarlar.
Fidani veren dervis, dogacak çocuklarin birbirleriyle evlenmelerini ögütlemistir.
Çocuklar büyürler.Ama papaz,dini duygulari nedeniyle bu evlenmeyi hos görmez.
Bir gece kizini alip sehirden kaçar.
Çilgina dönen Kerem,yollara düser.Bütün Anadoluyu dolasir.
Yolda rastladigi insana hayvana, daga, tasa saz çalarak siir okur ve Asli'yi sorar.
Birkaç kez sevgilisini bulur.
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 47 / 66
Hasretliler gizlice bulusup dertlersirler ama her seferinde durumu ögrenen papaz
Asli'yi kaçirir.
Son olarak papazi Halep'te bulur.Kerem'den hoslanan Halep pasasi, papaz
üzerine baski yaparak Kerem ve Asli'nin evlenmelerini saglar.
Ama kesis yine hainligini yapar. Asli'ya büyülü bir gömlek giydirir. Kerem,gömlegin
dügmelerini çözmeye çalisir.
Çözülen dügme, öbür düme çözülürken kendiliginden iliklenir. Kerem,derinden
bir "Aaaah!" çeker.
Agizdan ah yerine alev çikar ve Asik yanar,kül olur.
Asli,Kerem'in külleri dagilmasin diye saçini engel yapar.Külün içinde kalan bir
kivilcim Asliyi da yakar.Sevgililerin külleri birbirine karisir.
FERHAT ile SiRiN
Ferhat, nakkaslik yapan, Sirin’e sevdali yigit bir delikanlidir. Saraylar süsler,
firçasindan dökülen zarafetin Sirin’e olan duygularinin ifadesi oldugu söylenir.
Amasya Sultani Mehmene Banu’ya, kiz kardesi Sirin için, dünürcü gönderir
Ferhat. Sultan; Sirin’i vermek istemedigi için olmayacak bir is ister delikanlidan. “
Sehir'e suyu getir, Sirin'i vereyim” der, demesine de su, Sahinkayasi denen uzak
mi uzak bir yerdedir.
Ferhat'in gönlündeki Sirin aski bu zorlugu dinler mi? Alir külüngü eline, vurur
kayalarin bögrüne bögrüne. Kayalar yarilir, yol verir suya. Zaman geçtikçe açilan
kayalardan gelen suyun sesi isitilir sanki sehirde.
Mehmene Banu, bakar ki kiz kardesi elden gidecek, sinsice planlar kurarak bir
cadi buldurur, yollar Ferhat’a. Su kanallarini takip edip, külüngün sesini dinleyerek
Ferhat’a ulasir. Ferhat’in daglari delen külüngünün sesi cadiyi korkutur
korkutmasina da, aci aci güler sonra da. “Ne vurursan kayalara böyle hirsla,
Sirin'in öldü. Bak sana helvasini getirdim” der. Ferhat bu sözlerle beyninden
vurulmusa döner. “Sirin yoksa dünyada yasamak bana haramdir” der. Elindeki
külüngü firlatir havaya, külüng gelir basinin üzerine bütün agirligiyla oturur.
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 48 / 66
Ferhat'in basi döner, dünyasi yikilmistir zaten “SIRIN !” seslenisleri yankilanir
kayalarda.
Ferhat'in öldügünü duyan Sirin, kosar kayaliklara bakar ki Ferhat cansiz yatiyor.
Atar kendini kayaliklardan asagiya. Cansiz vücudu uzanir Ferhat'in yanina.
Su gelmistir, akar bütün coskusuyla, ama iki seven genç yoktur artik bu dünyada.
Ikisini de gömerler yan yana. Her mevsim iki mezarda da birer gül bitermis,
sevenlerin anisina, ama iki mezar arasinda bir de kara çali çikarmis. iki sevgiliyi,
iki gülü ayirmak için.
KÖROGLU
Bolu Beyi, at meraklisi bir beydir. Atçilikta usta olan seyisi Yusuf'u, güzel ve cins
at aramak üzere baska yerlere gönderir. Yusuf günlerce gezdikten sonra, obanin
birinde istedigi gibi bir tay bulur. Bu tayi doguran kisrak, Firat kiyisinda otlarken,
irmaktan çikan bir aygir kisraga asmis, tay ondan olmustur. Irmak ve göllerin
dibinde yasayan aygirlardan olan taylar çok makbüldür, iyi cins at olur.
Yusuf, tayi sahiplerinden satin alir. Yavrunun simdilik bir gösterisi yoktur. Hatta
çirkindir bile. Ama ileride mükemmel bir küheylan olacaktir. Yusuf bunu biliyor.
Sevinerek geri döner. Bey, bu çirkin ve sevimsiz tayi görünce çok kizar, kendisiyle
alay edildigini sanir. Yusuf'un gözlerine mil çektirir. Tayi da ona verir, yanindan
kovar. Kör Yusuf köyüne döner. Olani biteni ogluna anlatir. Bolu Beyi'nden öç
alacagini söyler.
Baba ogul, baslarlar tayi terbiye etmeye. Yillar geçer tay artik mükemmel bir
küheylan olmustur. Rüzgar gibi kosmakta, ceylan gibi siçramakta, türlü savas
oyunu bilmektedir. Bu arada Kör Yusuf'un oglu Rusen Ali de büyümüs, güçlü
kuvvetli bir delikanli olmustur. O da her türlü sövalyelik oyunlarini ögrenmis bir
baba yigittir.
Bir gece Yusuf, düsünde Hizir'i görür. Hizir ona yapacagi isi söyler. Hizir'in
önerisiyle baba ogul yola çikarlar. Bingöl daglarindan gelecek üç sihirli köpügü
Aras irmaginda beklerler. Bu üç sihirli köpükle Yusuf'un hem gözleri açilacak,
hem intikam almak için gereken kuvvet ve gençligi elde edecektir.
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 49 / 66
Bunu bilen oglu Rusen Ali, köpükler gelince, babasina haber vermeden, kendisi
içer. Yusuf, durumu ögrenince üzülür, ama bir yandan da sevinir. Kendi yerine
oglu öcünü alacak bir bahadir olacaktir. Bu sihirli köpüklerden biri körün ogluna
sonsuz yasama gücü, biri yigitlik, öteki de sairlik bagislamistir. Bir süre sonra
Yusuf, ogluna öç almasini vasiyet ederek ölür.
Körün oglu Rusen Ali daga çikar. Gelen geçeni soyar. Ünü yayilmaya baslar.
Kendisi gibi kanun kaçaklari yaninda toplanmaya baslarlar. Artik Köroglu
olmustur. Bolu sehrinin karsisinda, Çamlibel'de bir kale yaptirir. Küçük bir ordusu
vardir. Çamlibel'den geçen kervanlardan baç alir. Vermeyen kervanlari soyar.
Üzerine gönderilen ordulari bozguna ugratir.
Bir gün, güzelligini duydugu Üsküdar Kasapbasi'sinin oglu Ayvaz'i kaçirir,
Çamlibel'e getirir, evlat edinir. Baska bir gün, Bolu Beyi'nin bacisi Döne Hanim'i
kaçirir, evlenirler. Aradan yillar geçer. Bolu'yu basar, yakar, yikar. Bolu beyi'nden
babasinin öcünü alir. Bolu beyi de Köroglu'na karsi düzenler kurar. Bir defasinda
Köroglu'nu baska bir seferde Ayvaz'i yakalatir. Zindana atar. Ama, Köroglu ve
adamlari her zaman hile ve cenkle kurtulurlar.
Köroglu, ara sira Gürcistan, Çin gibi uzak ülkelere de seferler açar. Yeni yeni
serüvenlere atilir, büyük vurgunlar yapar. Bu arada küçük, fakat heyecanli birçok
olay da geçer. Sonunda delikli demir (tüfek) ortaya çikinca eski bahadirlik
gelenegi bozulur, dünyanin tadi kalmaz. Ve bir gün Köroglu, beylerine
dagilmalarini söyleyerek Kirklara karisir, kaybolur. Daha önceden Kir At da sir
olmustur. O Kir At ki, nice yillar, olaganüstü bir güçle Köroglu'na hizmet etmistir.
Baska bir söylentiye göre, bir Yahudi bezirganin getirdigi tüfekle oynayan beyler,
birbirlerini öldürürler. Köroglu, buna üzülerek kayiplara karisir. Yine bir baska
söylentiye göre de, Köroglu dagda rastladigi çobanda tüfegi görür. Sorar, ne
oldugunu. Aldigi karsiliga inanmaz, denemek için kendine çevirir, tetige dokunur.
Ve yaralanarak ölür. Son beyleri de dagilirlar.
Yasli bir çinar gibi devrilen Köroglu'nun hikayesi sona erer.
Kaynak: Öyküleriyle Halk Türküleri (Notali) - Hamdi Tanses
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 50 / 66
ALAGEYiK
Tövbe ya... Tövbe ki, tövbe! Yalniz geyik avina mi tövbe. Yoksa daglarin
doruklarina, kirlarin yesiline, havaya, suya mi bu tövbe? Tüm güzelliklere mi
tövbe. Eee ne dersin. Bir kez ecel elini atmaya görsün. Gençlik, nisanlilik,
yakisiklilik para eder mi? Sebep? Sebep dizi dizi. Kimini bir çukura düsürür; kimini
bir kayadan uçurur. Kimi bir yagli kursuna gögüs verir, kimi yele sele gider. Sonra
da türkülerin diline takilir, yillar sonrasina tasinir olay.
Öykümüz Toroslarda geçer. Toroslarda geçer ya, çukurun bitip, tepelerin
basladigi; Güneyin bitip, Güneydogunun basladigi kesiminde Toroslarin.
"Gavurdaglari" derler buradaki Toroslara. Düz ovayi geçip, Antep - Maras yolunu
tutanlar, bu daglardan geçmek zorundadir. Zorundadir ya, geç geçebilirsen.
Mübarek dag degil, zulüm kalesi sanki. Alttan bakarsin sipsivri bir tepe. Sagina
bakarsin dag; soluna bakarsin dag. Kivrim kivrim Gâvurdagi'nin tepesine
tirmanmak zorundadir, bu dagi geçmek isteyenler. Bir yanindan girilir dagin; döne
döne tepesine gelinir. Yine döne döne inilir tepe asagi dogru. Inilir ama sagi
uçurum, solu uçurum. Sivri sivri kayalar var sagda solda. Basi döner insanin
kayalara bakarken. Söyle bir tas parçasi alip atsan asagi, un ufak olur da, bir
uçurumun dibinde dagilir kalir.
Sözün özü; simdi yol yolak yapilip, geçit olmustur Gavur Daglari ama, vakti
zamaninda ala gözlü cerenler, çatal boynuzlu geyikler, kinali keklikler, turaçlar
cirit atarmis bu daglarda. Kekligin "Keklik Kayasi" geyigin "Geyik Dagi" varmis.
Uçurumlari, magaralari da bir bir bilirmis hayvanciklar.
Eee bir dagda keklik olur, ceren olur, geyik olur da, avci el atmaz olur mu oraya?
Adim basi bir uçurum olsa; ve de uçurumun sonu ölüm olsa, avci avciligini yapar.
Düser avinin pesine. Düser ya; eger avci gerdege girecek bir gençse; eger
nisanlisi onu gerdek odasinda bekliyorsa, biraz dikkatli olmali avci degil mi? Ne
gezer. Eger öyle olsaydi, günümüze kadar gelen "Alageyik Efsanesi", dilden dile
dolasmaz, gönülden gönüle bir burukluk birakip gitmezdi.
Halil, dal gibi bir genç. Bir de atici ki ehh! Isi, gücü geyikler Halil'in. Sirtlandi mi
tüfegini omuzuna, ver elini Gavur Daglari. Bir gün, bes gün olsa neyse ne! Bir
hafta, on gün dagda kaldigi oluyor Halil'in. Gelgelelim geride bir anasi, bir de
nisanlisi var Halil'in. Bir nisanli ki, melek gibi. Halil'e de çok bagli. Ödü kopuyor
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 51 / 66
Halil daga gidecek de gelmeyecek diye. Anasi derseniz, hepten karsi Halil'in
geyik avina gitmesine. Ne zaman ki Halil azigini hazirlayip atin terkisine atar
heybesini; anasi yapisir yularina atin; "Ey ogul ogul. Gel vaz geç su geyik avindan.
Yuva yikaninin yuvasi olmaz. Iflah olmazsin. Sonu iyi gelmez. Gel vaz geç. Bak
baban da bu yüzden iflah olmadi. Ne yapacaksin bunca geyik postunu. Yüregim
razi degil. Atalar geyik avi tekin degil demis. Bugün olmazsa; yarin bir is gelir
geyik avlayanin basina. Kurbanin olam ogul, terk et bu isi".
Halil'dir tutkun ava. Hiç durur mu? Atlar atma; atlar ya, anasini da kirmaya gönlü
razi olmaz. "Ana, bu son olacak. Bir daha söz olsun geyik avina gitmek yok. "
Bakar olacagi yok, ardindan seslenir anasi. "Ogul ogul. Madem ki inat ediyorsun.
Bari yavru geyiklere, yavrulu geyiklere kursun atma. Yuvalarini yikip, öksüz koma."
Bir yandan anasi, bir yandan Zeynep. Ne kadar yalvarir yakarirlar ama bos.
Caydiramazlar Halil'i geyik avindan. Her seferinde "Bu son olacak. Tövbeler olsun
artik geyik avina" der, sonra yine bildigini okur Halil. Hele iyi bir av yapip, yüklendi
mi sirtina geyikleri, kinali keklikleri; deyme keyfine. Köyün orta yerine bir ates
yakarlar. Bir ates ki, dumani gökleri tutar. Ne zaman ki alev biter, köz olur odun;
atarlar geyikleri üstüne, bir senlik, bir sölen. Bir hay hay, bir vay vay karisir gider
birbirine. Tüm köylü birlik olup, çevirir atesin etrafini. Güle eglene yerler geyik
etlerini. Yerler de bir yandan da Halil'in avciligini övgülerler. "Bravo arkadas. Su
koca Çukur'da yoktur senin gibisi" der kimi; kimi de "Zeynep sana helal olsun. Iyi
avci oldugun ondan da belli" diyerek yarenlik eder Halil'le.
Ama her zaman rastgelmez Halil'in isi. Gün olur, dag bayir dolasir da, bir tek geyik
vuramaz. Hele bir Alageyik var ki, aman aman!
Ne zaman ki, bu Alageyik çiksa karsisina, o gün hiçbir av yapamaz Halil. Alageyik
dersen bir baska geyik. Kurnaz. Çevik. Canlikanli bir geyik bu Alageyik. Çikar bir
kayanin basina, "gel beni vur" der gibi dös verir Halil'e. Halil'dir yatar sipere. Tam
nisanlar geyigi. Gez göz arpacik, demege kalmadan geyik kayip! Bir de bakar ki,
arkadaki kayaya geçmis Alageyik. Döner Halil. Sürünerek yaklasir. Yatar sipere.
Ne mümkün! Kayalardan kayalara ziplar da sonunda kaybolur gider Alageyik. Halil
fellik fellik kovalar Alageyigi. Sonunda yorgun düser, uzanir bir agaç gölgesine.
Sözün kisasi, Alageyige rastladigi gün tek kursun atamaz Halil.
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 52 / 66
Böylesi günlerde, geyikler üstüne duyduklarini düsler bir bir. Bazi geyikler tekin
degilmis Cinler mi, periler mi geyik kiligina girer de dagdan daga kosustururmus
avcilari. Alageyige rastladigi gün Halil bu geyigin de tekin olmadigini geçirir
içinden. Birakmayi düsünür avciligi. Birakmayi düsünür ya, av tutkusu kor mu
tüfegini duvara assin. Alageyigin tekin olmadigina inanir aslinda. Inanir ama,
rastladigi zaman da kovup kovalamaktan geri durmaz. Önündeki kayadan
kaybedip, arkadaki kayadan görünce Alageyigi, iyice inanir onun tekin
olmadigina. Bir yandan da pesinden at kovar. Zeynep'in yalvarilarini en çok
böylesi durumlarda ansir. Ve söylenir kendi kendine "Hele bir dügün olsun.
Birakirim avi. Zaten bu geyikler tuhaf yaratiklar. Anlamadim gitti."
Günlerden bir gün, Halil yine tüfegi omuzunda, atinin sirtinda tirmanmis kayalara.
Bir de ne görsün, tam karsisindaki kayanin üstünde duruyor Alageyik. Yaninda da
bir yavru. Bir yavru ki, daha boynuzlari çikmamis. Tüyleri piril piril. Acemi. Ürkek.
Halil dar atmis kendini attan asagi. Siperlemis kayayi. Basmis tetige. Yavru
debelenmeye baslamis. Tüfegini Alageyige çevirmis Halil bu kez. Çevirmis ama,
Alageyik ziplayip kaybolmus birden. Varmis, sirtlamis yavru geyigi, dönmüs
köyüne. Dönmüs ya, anasi açmis agzini, yummus gözünü. "Anayi yavrudan ayiran
iflah olmaz. Bu son olsun, vazgeç ogul" diye yeniden yakarmis. Ne derse bos!
Olan olmus. Halil de pismanlik duymus aslinda. Ama, ne gelir elden. Bu efsaneyi
anlatanlar der ki, Halil epey bir zaman ava gitmedi. Ta ki, dügün gecesine dek.
Davullarin, zurnalarin esligide gerdege girdigi geceye kadar, tüfegine el sürmedi
Halil. Sürmedi ama, gözü gönlü daglarda. Kulaklari geyik sesinde. Ilk özlemi,
Zeynep'ine kavusmak, ikincisi de geyik avi. Bu iki özlem öylesine karisir ki bazen,
koparip atamaz birbirinden. Gün günü eskitir; özlem özlemi kamçilar. Ve gelir
dügün gününe dayanir. Dayanir ki, bir yanda davullar zurnalar; öte yanda saz söz.
Üç gün; üç gece sürer dügün. Erkekler bir yanda halay çekip lorke oynarken;
kadinlar da kendi aralarinda egleniyorlar. Maniler söyleyip, oyunlar oynuyorlar.
Dagdan tasinan odunlar, gece yigilir köy meydanina... Bir ates yakilir; sinsin atesi.
Sonra da sinsin oynanir etrafinda atesin, güresler tutulur.
Üçüncü günün aksami, güvey tirasi yapilir. Agir agir tiras eder güveyi berber. Bir
yandan da kabak kemane, debildek çalar çengiler. Güvey tiras edilirken, töreler
geregi herkes bir bahsis karsiligi siselerle kolonya serper seyircilere. Ama bu
bahsis dolgun bir bahsistir. Güveyin yakinlari, arkadaslari daha çok bahsis atmak
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 53 / 66
için yarisirlar birbirleriyle. Güveyin tirasindan sonra, sagdiçlar oturur berber
koltuguna. Onlarin tirasi da törenle tamamlanir. Sonra güvey sagdiçlarin arasinda
düser yola. Bir yandan da gençler "Atalim atalim" çeker. Karsidan "Nereye" diye
sorarlar "Herkesi sevdiginin kucagina" diye yanitlarlar. Hep birden silahlar çekilir,
havaya kursunlar sikilir. Evin kapisina kadar böyle sürer bu. Sonra Halil'in sirti
yumruklanir, salinir içeriye. Gerdek odasinin kapisinda telli duvagiyla Zeynep
ayakta beklemektedir Halil'i. Halil girer gerdek odasina; girer ya kulaklarinda bir
ugultu, gözlerinde bir kararti. Bir tek ses geliyor kulaklarina, geyik sesi! Hem de
evin yanindan geliyor ses. Halil durur. Kulak kabartir sesin geldigi yana.
Basbayagi geyik sesi bu. Üç günlük yoldan duysa, tanir geyik sesini Halil. Bir
durur. "Kör seytan, kör gözüne lanet" der. Atar adimini içeri. Daha fazla gelmeye
baslar geyik sesi. Dayanamaz, duvardaki tüfegini kaptigi gibi firlar disari.
Zeynep'e de "simdi gelirim" der. Ses yakindan uzaga gitmeye baslar. Halil sesin
pesinde. Ses Gavur Daglari'na dogru çekilir. Halil de pesinde. O gider ses
uzaklasir. Varir Gavurun Dagi'na ulasirlar. Ulasirlar ki, ne görsün Halil. Alageyik
çikmis bir kayanin üstüne, bakiyor Halil'e. Ayin savki vurmus ki piril piril derisi. Bir
de alayli bakiyor ki Halil'e. Atar bir kayanin siperine kendini Halil. Nisanlar tüfegini.
Tam tetige basacak, firlayiverir Alageyik. Kayip! Sonra yeniden sesi gelir
yakindan. Varir Halil. Bakar çikmis bir kayanin tepesine Alageyik. Kaya da kaya!
Üç bir yani uçurum. Gözü kararir Halil'in. Uçurumu görecek durumda degil.
Yeniden yumulur yere. Basar tetige. Alageyik yigilir kalir kayanin üstüne. Halil'de
bir heyecan, bir sevinç. "Hem Zeynep'e kavustum, hem de ava", diye geçirir
içinden. Bir kosu geyigin yattigi kayaya yönelir. Tam yanina gelir Alageyigin, atar
elini ki tutsun geyigi, Alageyik firlar ayaga. Firlamasiyla da çifteyi sallamasi bir olur
Halil'e. Tüfek bir yandan, Halil bir yandan boylar uçurumun dibini.
Gerdek odasinda da Zeynep bir bekler, iki bekler, bakar gelecegi yok Halil'in.
Kosar tüfegin asili oldugu duvara bakar. Tüfegin yerinde yeller esiyor. Firlar alli
duvagiyla disari Zeynep. Firlar da anlatir durumu sagdiçlara. Herkeste bir merak,
bir telas. Nerdeyse gün agaracak, Halil yok ortalikta. "Gerdek gecesi güvey kalir
mi disarda. Mutlaka basina bir is geldi" derler. Köy gençleri gruplar halinde
düserler dag yoluna. Su tepe senin, bu tepe benim. Adim adim.
Derler ki, köy gençleri ve al duvakli Zeynep, Halil'in düstügü uçurumun kenarina
ulastiklarinda, Halil'in sesi bir inilti gibi geliyordu uçurumun dibinden. "Ip salalim
çekelim yukari" derler. Diyene kalmaz ses seda kesilir Halil'de. Zeynep'tir bir al
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 54 / 66
duvagina bakar, bir uçurumun dibinde yatan Halil'e. "Sensiz dünya haram bana"
der, birakir kendini Halil'in yattigi uçurumun dibine.
O gün, bugündür bir ses gelir kayaliklardan. Uguldar uguldar bir türkü olur. Bu
ses geyik avina tövbeler eden Halil'in yanik sesidir der duyanlar.
Bu efsaneyi, dilden dile; kulaktan kulaga ulastiranlar birsey daha derler.
Uçurumun dibindeki iki sevgilinin mezarlarinin üstünde, her yilin ilkbaharinda,
ayni günlerde, tam seher vakti tanyeri agarirken iki tek çiçek açar. Bu çiçegin biri
kirmizi, duvak renginde, öteki mavi açar. Tam çiçekler boylanip, birbirine
kavusacakken, ötelerden bir geyik uçarak gelir, çiçekleri yer. Bu her yil böyle
sürer gider. Çiçekler kavusamaz birbirine.
Aziz Senses
ANAM
Anam anlatirdi bana bazen eskiyi
Bir yudumda bitirdi efkardan su dolu kaseyi
Bir aah cekip söyle derinden
Basladi anlatmaya gardas yarali gönülden
Eskiden hatir gönül vardi oglum dedi
Büyük kücük kiymet bilirdi dedi
Anam anlatirken bunlari özünden
iki damla yas döktü gardas kara gözünden
Görünce bir birimizi yolda belde
Hos olurdu sohbetimiz oglum dedi gönülde dilde
Anam yumdu gözünü aciyla derinden
Yigildi kaldi gardas kalkamadi yerinden
Eskiden akraba akrabayi bilirdi
Her daim birbirine gider gelirdi
Doyum olmazdi ozaman emmilige dayiliga
Su hale bak oglum dedi bürünmüs bir cogu ayiliga
Anam bunlari söylerken birden kizdii
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 55 / 66
Söyle bir düsündümde Anam ne söylese azdi
Eskiden nereye varsan altina minder atarlardi
Misafir gelmis diye gelin kiz hürmet yapardi
Simdi kimse kimsenin yüzüne bakmiyor
Gelinler kizlar kimseyi takmiyor
Anam bunlari söylerken söyle bir daldii
Simdiki zaman sanki onun icin bir hayaldi
Dolanirdik bayramda büyüklerin elini
Terbiyeliydi ozaman el alemin kizi gelini
Unutunca oglum dedi yaratan Mevlayi
Kimse sormuyor kendine nerde yaptik hatayi
Bunlari söylerken Anamin gözleri doldu
Acti ellerini Allahiim bizlere ne olduu
Oglum dedi sakin unutma aslini
Teslim etme kafirlere neslini
iyi tani düsmanini dostunu
istenmedigin yere sakin atma postunu
Birak Ana birak dedim anlatma
Duyurupta bunlari el alemi bize söyletme
herkes kendi yaptigindan utansin
Düsün be ey cahil sen nasil insansin.....
GURBET
YILLAR OLDU GURBET ELE GELELi
GURBET BiZE BiZ GURBETE ALISTIK
HER BAYRAMDA BURUK SEViNC YASADIK
HÜZÜN BiZE BiZ HÜZÜNE ALISTIK
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 56 / 66
ANADAN BABADAN YARDAN AYRILDIK
HER BiRiMiZ BiR TARAFA SAVRULDUK
BEYHUDA DOLASTIK BOSA YORULDUK
CILE BiZE BiZ CiLEYE ALISTIK
UMUT BESLEDIK GELECEGE YARINA
GÖZ KOYDUK SU DÜNYA MALINA
ALDIRMADAN HiC SAGLIGIMIZA CANINA
DERTLER BiZE BiZ DERTLERE ALISTIK
GECE GÜNDÜZ DEMEDIK CALISTIK
EVLENDiK COLUK COCUGA KARISTIK
KAH DÖGÜSTÜK KAHi BARISTIK
ONLAR BiZE BiZ ONLARA ALISTIK
HER SENE GAYRETLE iZiNE AYRILDIK
SILA YOLUNDA EZA CEKTiK YORULDUK
KENDi VATANIMIZDA ALMANCI GÖRÜLDÜK
GARiPLiK BiZE BiZ GARiPLiGE ALISTIK
BULUNDUGUMUZ HER YERi ISLAH EYLEDiK
iS YERLERI ACIP TiCARETi DENEDiK
KIRKPINARI GETiRiP AVRUPAYA TASIDIK
GÜRES BiZE BiZ GÜRESE ALISTIK
ANADiLiMiZ iCIN NE UGRAS VERDiK
ÖZ DiLiMiZi COCUKLARIMIZA ÖGRETTiK
KÜLTÜRÜMÜZDEN ZERRE TAViZ VERMEDiK
TARiH BiZE BiZ DE TARiHE ALISTIK
HERBiR YERDEN MiLLiMACLARA KOSTURDUK
HEYECANLA SEVKLE MiLLiLERi COSTURDUK
AVRUPAYI GOLE BOGDUK SUSTURDUK
GALiBiYETLER BiZE BiZ GALiBiYETE ALISTIK
GÖNLÜMÜZ ANAVATANDA SERiMiZ BURDA
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 57 / 66
YÜCE MEVLAM KiMSEYi KOYMASIN DARDA
ÖMER DOGAN DERKi ÖLSEKTE GURBETTE BURDA
GURBET BiZE BiZDE GURBETE ALISTIK
KALMAMIS
Sular çaglamiyor çayir dereden
Kurumus çesmeler dirhem kalmamis
Her gün ekmek geliyor sehirden
Peyniri yufkayla düren kalmamis.
Haci hoca ölmüs kalmamis hayr
Hani nerde kürthaci kürt tayir
Sürüsüz kalmis koskoca bayir
Mis gibi kokan püren kalmamis
Her sey olmus bir mahana
Fakirin halini gören kalmamis
Moda olmus pirinç makarna
Bulguru kaynatip seren kalmamis
Yirmidört saate inmis dügünler
Kinaci yozucu tören kalmamis
Satin aliniyor halilar kilimler
Kendi çehizini gören kalmamis
Merah salmis artislik manken
Islenmiyor artik oya danten
Her evin basinda bir çanak anten
Komsusuna gidip gelen kalmamis
Viran olmus çahir Ali'nin bostani
Gonca gülünü deren kalmamis
Hani nerde koca evin insani
Comati azalmis eren kalmamis
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 58 / 66
Yalniz kalmis Hüseyin dayi
Kis gelmeden kurardi sobayi
Yalniz içmezdi bir bardak çayi
Simdi çayini eline veren kalmamis
Abdullah YILMAZ (Büyük Yüregil)
BAYIRNAME
Canin sikilipta için düserse dara
Söyle bir dolanipta ugra YATSIPINARA
Ekinler yeseripte olunca tel tel
Bu manzarayi seyretmeye AHBINLIGA gel
Güz gelipte armutlar oldu diyorsan záár
Hiç telasa kapilma DURNA DAGIMIZ var
Kilimlerle gidene sorarsan Nereye?
Isli yumaya gidiyordur ÇAYIRDEREYE'
Eksik olmaz bagrinda tilki ile kurt
Kendide adi gibi iste ÇUKURYURT
Bir baska gelir yazin kuslarin sesi
Iste karsidan bakar heybetli KUSTEPESI
Bir firsat bulupta gidince köye
Ugramadan gelme ha DELIKTEPE, ACIGÖLE
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 59 / 66
Baharda açar çiçekler hep sari sari
Bu yüzden mi koymuslar adini SULTANPINARI
Sizlere böylece anlattim bir bir
Gayri köyü hatirlatsin size bu siir
Yurttan ayrildik diye üzülmeyesiniz sakin
Na'pak gardaslar Allah'tan takdir...
BÜNYAMIN KAYA (B.Yüregil)
Bir Memleket isterim
Bir Memleket isterim
Gök mavi, dal yesil, tarla sari olsun;
Kuslarin çiçeklerin diyari olsun.
Bir Memleket isterim
Ne basta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardes kavgasina bir nihayet olsun.
Bir Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farki olsun;
Kis günü herkesin evi barki olsun.
Bir Memleket isterim
Yasamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir sikayet ölümden olsun.
Cahit SITKI TARANCI
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 60 / 66
DÜSLERiM
Bir köyde, bir dagin eteklerinde,
Mutlu bir yuvadir dilegim benim.
BALI,kütük kovan peteklerinde,
Bahçede olacak çilegim benim.
Suyu doldurmali her gün pinardan,
Agaçlari büyük olsun çinardan,
Çimenlere basma yürü kenardan,
Temiz hava ister yüregim benim.
Bahçede bir havuz, içinde ördek,
Tavsan da olacak, büyük bir çardak,
Su tastan içilir, istemem bardak,
Dogal bir yasamdir eregim benim.
Hormonsuz sebzeler, taze meyveler,
Bir düsün, bahçede oglaklar meler,
Yarpuzlar, kekikler bir de naneler,
Otlardan olacak böregim benim.
Çiçekleri türlü türlü açacak,
Üzerinde kelebekler uçacak,
Hastalik yok olup, mikrop kaçacak,
Sedirden olacak teregim benim.
Unutup da yapay olan markayi,
Giyeceksin elde örme hirkayi,
Yetistirip bugday ile arpayi,
Evde açilacak çöregim benim.
Bahardan odunu getireceksin,
Yazin da, kisin da oturacaksin,
Asina ekmegi batiracaksin,
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 61 / 66
Bükülmez o zaman bilegim benim.
Sabahlari adaçayi kaynasin,
DARI bulamaci yiyen oynasin,
Ayicik pekmezinin için bir tasin,
Andiz gövelegi diregim benim.
Ortaya koy, meyve dolu kalburu,
Biraz esmer olur köylü bulguru,
Ala ülübüden pisir bir kuru,
Yufka ekmektendir küregim benim.
Bir kabak pisirin, sütü bol olsun,
Kaynasin kusburnu, biraz bal olsun,
Helesim incirden, reçel gül olsun,
Simsirden yapilsin taragim benim.
Arif'im, avundum hep düslerimle,
Özlemler barismaz hiç islerimle,
Abla, baba, yegen, kardeslerimle,
Saglikli bir yasam dilegim benim.
OGUZ HAN
Nuh aleyhisselâmin oglu Yâfes’in büyük oglu Türk, doguda yerlesmisti. Bunun
ülkesine Türkistan denildi. Türklerin ilk atasi olan Türk’ün ogullarindan büyügü
Kara-Han, Kari-Sayram sehrini bassehir edinmisti. Yaylaklari, Ipanç sehri
yakinlarindaki Or-Tag ile Kür-Tag, kislaklari da Porsuk sehri yanindaki Kara-Kum
idi. Kara-Hanin kardesleri; Or-Han, Kür-Han ve Küz-Han adlarini tasiyorlardi.
Kara-Han, hârika olarak dogan ogluna bir yasinda iken ad koyacagi sirada, bu
çocuk; “Ben sarayda dogdugumdan, adim Oguz olsun.” deyince, herkes
sasirmisti. Allah’in varligina ve birligine inanan Oguz, putperest annesinin sütünü
sâdece bir defâ emdi. Babasi, Oguz’u, kardesinin kizi ile evlendirmek isteyince o,
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 62 / 66
Hak dîne girmeyi reddeden amcasinin kizlari ile evlenmedi.
Oguz, gençliginde; yilkilari (at sürüsü) ve insanlari yiyen, çok korkulan, azgin bir
canavari öldürerek büyük söhret kazandi. Oguz’un, teklif edilen kizlar ile
evlenmeyis sebebini ögrenen babasi Kara-Han ile amcalari, onun gizli ve kendi
dinlerine uymayan bir din tasidigini anlayarak, bir av sirasinda öldürmeyi
plânladilar. Suikasti anlayinca, baba ve amcasini öldürdü. Avlanirken Gök-Isik
içinde beliren Gök-Kizi ile evlendi. Gök-Kizindan üçüz oglu olup; Gün-Han, Ay-
Han, Yildiz-Han, bir rivayete göre de Gün-Alp, Ay-Alp, Yildiz-Alp adlarini verdi.
Baska bir gün yine avlanirken, göl içindeki küçük bir adada, dünyâ güzeli Göl-
Kizini gördü. Bununla da evlenen Oguz, Göl-Kizindan dogan üçüz ogullarina Gök-
Han, Dag-Han, Deniz-Han, baska bir rivâyete göre de Gök-Alp, Dag-Alp, Deniz-
Alp adlarini verdi. Sonra, Oguz Han bütün halkini toplayarak, ulu bir toy (ziyâfet)
verdi. Kirk yerde agir sofralar kurdurdu. Toydan sonra Oguz Han, begler ile halka
yarlig (ferman) çikararak, söyle buyurdu:
“Ben sizlere oldum Kagan Alalim yay hem de kalkan Tamga olsun bize boyan
Gökbörü olsun orani Demir çidalar olsun orman Avlakta yürüsün kulan Iste deniz,
iste muran Gün olsun tug, gök korikan.”
Bundan sonra Oguz Han, dünyânin dört yönüne yarlig yazdi. Elçilere verip
gönderdi. Bu fermanlarda söyle deniyordu:
“Ben Türklerin kaganiyim; dünyânin dört bucaginin da hâkimi olsam gerekir.
Sizlerden itâatinizi istiyorum. Kim benim buyruguma bas egerse, el olursa,
hediyelerini kabul eder, kendisini dost sayarim. Her kim de bas egmezse, ona
gazab eder, üzerine ordu çekip, baskin yapar, hemen astirip, yok ederim!”.
Bu sirada sagdaki Çin Kagani, kiymetli hediyelerle elçisini gönderip, itâatini saygi
ile arz etti; onunla dost oldu. Soldaki Urum Kagan, itâatlerini bildirmediginden
ordusunu çekip, onlarin üzerine yürüyen Oguz Han, kirk gün sonra Muzdag
(Buzdagi) etegine gelince otagina güneyden bir isik girdi ve içinden, gök tüylü,
gök yeleli iri bir erkek böri (kurt) çikti. Bu Gök-Böri konusarak, Oguz Han’a; “Ben
senin orduna kilavuz olarak önde yürüyecegim.” dedi ve böyle yapti.
Muzdagdan sonra Gök-Börinin kilavuzlugunda batiya yürüyen ordusunun
basindaki Oguz Han, Itil-Müren (Volga Nehri) boyundaki Karadag önünde yapilan
savasta, kalabalik ordulu Urum-Kagani yendi, kaçirtti. Urum-Kaganin kardesi
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 63 / 66
olup, Oguz’a itâat eden ve saklandigi kaleleri teslim eyleyen Urum-Begin ogluna,
itâatle teslim olmasi üzerine, Türkçe saklayan, koruyan manâsinda “Saklar”
(Eslar/Slav) adi verildi. Zaferden sonra, Ulug-Ordu Beg adli birisi, ulu agaçlardan
yaptigi kayiklarla, orduyu Itil’den öteye-batiya, geçirdiginden, Oguz Han onu
mükâfâtlandirarak, Itil’in batisindaki ülkeleri ona bagisladi ve kendisine ogyukagaç
mânâsinda Kipçak-Beg adini verdi.
Itil Nehri kuzeyinden karanliklar ülkesinde yasayan Kil-Barak veya It-Barak
kavmini de itâat altina alan Oguz Han, anayurdu korumak için, Uygun urugunu
vazifelendirmistir. Anayurttan, Afgan ve Hind üzerine sefere çikan Oguz Han,
yolda her zaman bindigi ala aygiri kaçip, tepeleri dâimî karli Muzdagin karlari içine
gitti. Buna çok üzülen Oguz, ordusundaki cesur, soguga dayanikli bir begin,
dokuz gün içinde gidip bu ati karlar içinde tutup, getirmesine çok sevindi. Onu
mükafâtlandirarak Tanridaglar bölgesinin karli yaylaklarini ona bagislayip; “Sen,
buradaki beglere bas ol ve senin adin hep Karluk olsun.” dedi.
Afgan ve Hind ellerini fethetti. Sonra, Iran üzerine Horasan’a yürüdü. Yolda,
duvarlari altindan, pencereleri gümüsten, çatisi ve kapisi demirden ulu bir konak
gördüler. Bunun kilitli kapisini açmak, çok zor oldugundan, Oguz Kagan pek
becerikli, hünerli bir kisi olan askerlerinden Tömürdü-Kagul adli birisine, Kal-Aç
diyerek, buranin kapisini açmasini buyurdu.Seferde yagmalar ve savaslarda
alinan ganimetlerini tasimak için agaç araba yapan usta askeri çok begenen Oguz
Han, ona yüklü arabanin yürürken çikardigi“Kang-Kang” sesine göre Kangli adini
verdi.
Oguz Han, Dagistan’daki Tarku ve Derbend bölgelerini fethederek oradan Sirvan,
Aran, Mugan ve Gürcistan ülkeleri üzerine gelip buralari da feth eyledi. Yaz
sicaginda, ordusuyla Sabalan ve Arar daglarindaki Alatag (Agri Dagi)
yaylaklarinda ordusu ile yayladi. Her iki daga da Türkçe adlar verildi. Oguz Hanin,
bu çevrede fethettigi ülkeye Türkçe Azar-Baygan adi verildi.
Oguz Han, Alatag yaylasinda iken Gürcistan, Irak, Anadolu ve Suriye ülkelerine
elçiler gönderip, itâat etmelerini bildirdi. Kis gelince Mugan Çölünü geçerek,
ordusu ile orada ve Kür ile Aras nehirleri arasindaki Aran (Karabag) kislaginda
kisladi. Baharda Gürcüler itâat ettilerse de sonradan caydilar. Oguz Han, kendi
ogullarini, iki yüzer kisi ile bu küçük kavmin üzerine gönderdi ve buradan
ordusuna erzak tedârik ettirdi.
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 64 / 66
Alatag’dan ordusu ile sefere çikan Oguz Han, Anadolu ve Irak üzerine yürüdü.
Buralarin ululari gelerek, savasmadan itâat ettiler. Kis bastirinca, Oguz Han,
ordusu ile Dicle Nehri boyunda kisladi. Ilkbaharda Sam üzerine yürüdü. Bütün
Raka ve Sam ülkesi itâat ettiyse de üç yüz altmis kale kapili Antakya sehri
direnince, bir yil süren kusatmadan sonra, burasi da zaptedildi. Oguz Han,
Antakya’da tahta geçti. Yanindaki doksan bin askerini bu sehre yerlestirip, kisladi.
Askerlerin çoluk çocugunu da bu ulu sehirde barindirdi. Bu sehirden Alti oglunu
(Filistin ve Misir ülkeleri) Tekfur’un üzerine öncü olarak gönderdi. Eger itâat
etmezse ordusu ile kendisinin de gelecegini bildirdi. Iki gün ve iki gece süren
savasta yenilen Tekfur, yakalanarak Antakya’da Oguz Hana gönderildi. Oguz Han
itâatini arz eden Tekfur’u haraca baglayip yeniden kendi ülkesine hâkim tâyin etti.
Yunan ve Frenk ülkesinin durumunu Tekfur’dan ögrenen Oguz Han, üç oglunu
Yunan, üç oglunu da Frenk ülkelerini itâat ettirmege gönderdi. Tekfur da kendi
elçisi ile bu iki ülkeye tez elden su haberi yolladi: “Bu Oguzlar, çok büyük kudret
ve kuvvet sâhibidirler. Günesin dogdugu yerden buralara kadar bütün ülkeleri
ellerine geçirmislerdir. Onlara hiç kimse dayanamaz. Siz de kendi isteginizle, yillik
vergi vererek, onlara itâat ediniz. Karsi çikip da halkiniz kirilmasin.” Sonunda,
Frenk ve Yunan ülkeleri itâat edip, haraca baglandilar. Üç yil Antakya’da kislayan
Oguz Han, Bagdat Isfahan yolu ile Iran’a gelip, Demevan Dagindan, Horasan-
Herat (Afgan) yolu ile ülkesine dönmege karar verdi.
Oguz Han Amuderya’yi (Ceyhun) geçerek, Ilak ülkesindeki Semerkand bölgesine
vardi. Buhara sinirindaki Yalbulagaz mevkiine geldi. Anayurduna eristi. Elli yilda
dünyâyi feth eden ulu cihangiri, Kangli ve Uygurlar, dokuz günlük yoldan gelerek
karsiladilar. Kürtak Yaylagina gelen Oguz Han burada, bin evi doyuracak koyun ile
dokuz yüz kisrak kestirerek, ulu bir toy verdi. Oguz Hanin yaninda soylu, yasli,
uzun tecrübeli ve ak saçli bir Düsüme(vezir) vardi, adi Ulug-Türk idi. Bu vezir, bir
gün rüyâda gördü ki, bir Altin Yay dogudan batiya dogru gidiyor. Uyanip, rüyâyi,
Oguz Hanin ve neslinin cihan hâkimiyetine tâbir etti. Bunun üzerine Oguz,
ogullarini çagirip, avlanmalarini istedi. Büyükler doguya, küçükler batiya dogru
ava çiktilar. Gün, Ay, Yildiz yolda bir Altin-Yay; Gök, Dag, Deniz de yollari üzerinde
üç Gümüs-Ok bularak dönüp babalarina getirdiler. Buna çok sevinen Oguz Han,
oklarin herbirini küçük ogullarinin birisine verdi: “Ok, yaya tabidir, onu atarken de
öyle olunuz” dedi. Sonra dönüp, Altin-Yay’i üçe bölerek, her parçasini büyük
ogullarindan birisine verdi: Bunlara, Boz-Oklar dedi. Sonra, büyük kurultay
toplayarak, yanina kirk kulaç boyunda bir direk diktirip, üzerine bir altin tavuk
koydu ve dibine bir Akkoyun bagladi; soluna da kirk kulaçlik direk diktirip, üzerine
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 65 / 66
bir Gümüs-Tavuk koydurdu ve dibine bir Karakoyun bagladi. Ogullarindan
Bozoklari, sag (dogu) yanina, üç-oklari da sol (bati) yanina oturtarak, kirk gün,
kirk gece yiyip içtiler. Ulu toy yaptilar. Sonra Oguz Han ülkesini alti oglu arasinda
bölüstürdü ve rûhunu teslim etti.
mrdogan
http://www.mrdogan.dk/Efsaneler.html 14.10.2015 14:10
Sayfa 66 / 66